REKLAM

AYET-İ KERİME

28 Kasım 2016 Pazartesi

Müslümanlara bu çeşmeden su içmek haram
Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş:“Her kula helâl, Müslüman’a haram!”
Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…
*Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama. Adam:
– “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış:
– “Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş:
– “Nedir gerekçen?” diye sormuş. Adam:
– “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış:
– “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın?” Adam, başı önünde konuşur:
– “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”
– “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”
– “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”
– “Eeee!”
– “Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam:
– “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler.
– “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:
– “Bitti mi?” demiş adama.
– “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.
– “Şimdi nedir isteğin?”
– “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler.
Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:
– “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”
– “Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!”
– “Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…”
– “Sorma, sorma…”
Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:
– “Eee, ne olacak şimdi? Adam:
– “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” “Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:
– “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?”
Sultan acı acı tebessüm etmiş:
– “Hava bile haram, hava bile!” demiş.
¥Çağımızda durum farklı mı? Müslüman milletlerin birbirleri eliyle katliamı sürerken Haçlı, Siyonizm siyasi ittifakı askeri, politik, kültürel baskılar ve oyunlarla dünya düzenine keyfince yön veriyor. İslam ülkelerinin sosyal, siyasî, ekonomik ve dinî yapısı incelenerek stratejiler geliştiriliyor.
Müslümanlar ise dünyaya barış huzur ve adalet sağlayacağına; birlik ve beraberlik içinde, dimdik, güçlü ve kendi halkına refahı yaşatan taraf olacağına ezilen, zulme uğrayan, işkence gören, öldürülen taraf.
Mısır’da kavga, Irak’ta çatışma, Suriye’de katliam, Cezayir’de iç mücadele, Filistin’de gruplaşma, Çeçenistan’da ihanet, Somali’de açlıkla ölüm, Patani’de umursamazlık… Ölen, gözyaşı döken, aç kalan, yağmalanan hep Müslümanlar.
Hıristiyan-Yahudi ortaklığı İslam’ı ve Müslümanı düşman sayıp, yok etmek için her fırsatı değerlendirirken Müslümanlar birbirleriyle didişiyor.
Tüm dünyada Müslümanlar öldürülüp şehit edilirken, yüz binlercesi açlık sınırında yaşarken, hemen her gün bir İslam toprağına saldırılar sürerken, Müslüman milletlerin milli değerleri, zenginlikleri, namusları yağmalanırken, Müslümanlar kendi vatanlarında adeta esir konumunda yaşamaya mahkûmken, ya da yurtlarını terk etmeye mecburken Müslümanlara çeşmeden su içmek haram değil mi?

19 Eylül 2016 Pazartesi

Her kula helâl, Müslüman’a haram

Müslümanlara bu çeşmeden su içmek haram
Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş:“Her kula helâl, Müslüman’a haram!”
Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…
*Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama. Adam:
– “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış:
– “Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş:
– “Nedir gerekçen?” diye sormuş. Adam:
– “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış:
– “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın?” Adam, başı önünde konuşur:
– “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”
– “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”
– “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”
– “Eeee!”
– “Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam:
– “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler.
– “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:
– “Bitti mi?” demiş adama.
– “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.
– “Şimdi nedir isteğin?”
– “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler.
Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:
– “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”
– “Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!”
– “Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…”
– “Sorma, sorma…”
Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:
– “Eee, ne olacak şimdi? Adam:
– “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” “Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:
– “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?”
Sultan acı acı tebessüm etmiş:
– “Hava bile haram, hava bile!” demiş.
¥Çağımızda durum farklı mı? Müslüman milletlerin birbirleri eliyle katliamı sürerken Haçlı, Siyonizm siyasi ittifakı askeri, politik, kültürel baskılar ve oyunlarla dünya düzenine keyfince yön veriyor. İslam ülkelerinin sosyal, siyasî, ekonomik ve dinî yapısı incelenerek stratejiler geliştiriliyor.
Müslümanlar ise dünyaya barış huzur ve adalet sağlayacağına; birlik ve beraberlik içinde, dimdik, güçlü ve kendi halkına refahı yaşatan taraf olacağına ezilen, zulme uğrayan, işkence gören, öldürülen taraf.
Mısır’da kavga, Irak’ta çatışma, Suriye’de katliam, Cezayir’de iç mücadele, Filistin’de gruplaşma, Çeçenistan’da ihanet, Somali’de açlıkla ölüm, Patani’de umursamazlık… Ölen, gözyaşı döken, aç kalan, yağmalanan hep Müslümanlar.
Hıristiyan-Yahudi ortaklığı İslam’ı ve Müslümanı düşman sayıp, yok etmek için her fırsatı değerlendirirken Müslümanlar birbirleriyle didişiyor.
Tüm dünyada Müslümanlar öldürülüp şehit edilirken, yüz binlercesi açlık sınırında yaşarken, hemen her gün bir İslam toprağına saldırılar sürerken, Müslüman milletlerin milli değerleri, zenginlikleri, namusları yağmalanırken, Müslümanlar kendi vatanlarında adeta esir konumunda yaşamaya mahkûmken, ya da yurtlarını terk etmeye mecburken Müslümanlara çeşmeden su içmek haram değil mi?

21 Temmuz 2016 Perşembe

İmansız Müslüman olabilir mi Olabilir,

BU yazım imanlı Müslümanlaradır.

İmansız Müslüman olabilir mi Olabilir, Sosyolojik Müslümandır, iman yüreğine inmemiştir.
Hemen konuya gireyim:
Memleketimizde durum iyi değildir.
Bir darbe atlattık… Atlattık mı, o da belli değil.
En şiddetli şekliyle terör bizi vurup duruyor.
İslamî, Kur’anî, Nebevî ve Şer’î kriterlere göre azgınlık son haddinde.
İslam ahlakı ile pagan ahlakı arasında dehşetli bir çatışma var.
Kadınların, kızların iffetine, haysiyetine, şerefine yakışmayan korkunç bir durum var.
Müstehcen yayınlarda Sodom Gomore ahlaksızlığı solda sıfır kalır.
Quo vadis Bu gidiş nereye..
Darbenin birinci sahnesinde başarılı olsalardı iç savaş çıkacaktı.
(B) planını uygulamaya koyarlarsa işimiz kötüdür.
Haram yiyici rantçılar için gündemin en önemli maddesi rant yemektir.
Onlara, yarın öleceksiniz denilse, bugünkü rantı yemeden ölmek istemezler.
Biz Müslümanlar neler yapmalıyız
Bizim gündemimizde şu maddeler olmalı:
1.İmanları kurtarmak, sahih itikad, Kur’an ve Sünnet hizmetleri.
2.Memlekete İslam ahlakını ve İslam bilgeliğini hakim kılmak için planlı programlı çalışma.
3.Beş vakit namaz kılmak.
4.Farz namazları cemaatle kılmak.
5.Büyük günahları işlememek, işleyenlere karşı nehy-i münker yapmak.
6.Dünya vazife ve hizmetlerimizi yapar olduğumuz halde ahirete dönük olmak, ahiret için çalışmak.
7.Afüvv ve Kerim olan, afvetmeyi seven Hak Tealaya iltica etmek.
8.Günahlarımıza tevbe etmek.
9.Her sabah üç kere, her akşam üç kere Besmele duasını okumak.
10.Çok sadaka vermek, hayır yapmak.
11.Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını yerine getirmek. Bu farzı terk ve tatil edersek azaptan kurtulamayız.
12.Ümmet birliğini kurmak.
13.Başımıza âdil, râşid ve muktedir bir Halife seçerek ona biat ve itaat etmek.
14.Toplumdaki beyinsizlerin beyinsizliklerini ve azgınlıklarını elimizden geldiği kadar frenlemek, engellemek.
15.Bütün krizlerin, sıkıntıların, problemlerin çözümünü Kur’anda, Sünnette, Şeriatta, Hikmette aramak.
16.Âlim, salih, bilge olmayan Müslümanların; Ümmetin salihlerine, alimlerine, muttakilerine uyması, onların sözlerini dinlemesi.
(İkinci yazı)
Bu Kadar Aptalca Darbe Olmaz!
Bu kadar ahmakça, aptalca darbe olmaz. Bu birinci darbe bir aldatmaca olabilir.
Medyadaki, üniversitelerdeki darbe heveslisi vesayetçilerin “Darbe bastırıldı, demokrasi kurtuldu, yaşasın demokrasi…” yaygaralarına sakın kanmayınız, aldanmayınız.
Onlar darbe ile demokrasi gelsin tezine din gibi inanmışlardır.
Onlara inanılmaz.
Onlar çoğunluğu gaflete düşürmek istiyor.
Darbe bastırıldı, demokrasi kurtuldu, ne güzel oldu, yan gelelim, oh kekâh keyfimize bakalım diyenler varsa bu gafletlerinin faturasını korkunç şekilde ödemeye hazır olsunlar.
Oyunun ikinci perdesini bekleyelim.
Her ihtimale hazır olalım.
Bu kalkışma, bu darbe sadece şu kısıtlı iç aklın eseri olamaz.
İşin içinde ABD, bazı AB güçleri, İsrail bulunmaktadır.
Sonbaharda büyük ve dehşetli GEZİ kalkışmaları olması ihtimali büyüktür.
Milyonlarca liseliyi ve üniversiteliyi sokaklara dökeceklerdir.
Türkiyemizi Ukrayna gibi parçalamak istiyorlar.
Afganistanı ne hale getirdiler, görüyoruz.
Irak parçalandı… Suriye paramparça… Mısırda serbest seçimlerle iş başına gelmiş iktidar devrildi… Libya ikiye ayrıldı…
Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) başarıyla uygulanıyor.
İç ve dış düşmanlarımız kesinlikle büyük ve güçlü bir Türkiye istemiyor.
Ve bizim en büyük düşmanımız içimizdeki beyinsizler ve gafillerdir.
Milli Gazete yazarı Mehmed Şevket Eygi 20.07.2016

25 Haziran 2016 Cumartesi

ALTIN HİKAYE

Adamın biri Hz. İsa (a.s) ile arkadaş olur, ona Senin yanında sana yoldaş olabilirmiyi diye teklif eder.Teklifini kabul edilmesi üzerine yola koyulurlar, bir nehrin kenarına varınca yemek molası için otururlar, yanlarında üç çörek vardır. İkisini yerler, birisi kalır, bu arada Hz. İsa (a.s) nehre varıp su içmek üzere kalkar, su içip dönünce üçüncü çöreği bulamaz. Adama "Çöreği kim aldı" diye sorar, adam bilmiyorum diye cevap verir.

Yemekten sonra arkadaşı ile birlikte yola koyulur. Yolda iki yavrulu bir geyik görürler. Hz. İsa (a.s) yavrulardan birini çağırır, yavru Hz.İsa'nın daveti üzerine yanına gelince onu keser, etinin bir kısmını kızartarak yerler. Yemekten sonra Hz. İsâ (a.s) geyik yavrusunun kalıntılarına " Allah'ın izni ile canlanıp kalk" der, yavru da derhal canlanıp kalkarak oradan uzaklaşıverir. Bu olay üzerine Hz. İsâ yoldaşına "Sana az önceki mucizeyi gösteren Allah için soruyorum, çöreği kim aldı?" der. Adam yine "Bilmiyorum" diye cevap verir.

Bir müddet sonra bir nehrin yanına varırlar, Hz. İsâ adamın elinden tutarak su üstünde yürürler, karşıya geçerler. Nehri aşınca Hz. İsâ (a.s)"Az önceki mucizeyi sana gösteren Allah hakkı için sana soruyorum, üçüncü çöreği kim aldı?" diye sorar, adam yine "bilmiyorum" diye cevap verir.

Bir müddet sonra bir çöle varırlar ve otururlar. Hz. İsâ (a.s) bir yere kum ve yoprak yığar, meydana gelen yığına Allah'ın izni ile "altın ol" der,yığın da altın olur. Hz. İsâ (a.s) yığını üçe bölerek adama " üçte birir benim, üçte birir senin, öbür üçte biri de çöreği alanın " deyince adam "çöreği alan bendim" diye gerçeği itiraf eder. Bunun üzerine Hz. İsâ (a.s) "Altının hepsi senin olsun" diyerek ondan ayrılır.

Adam altının başında dururken çölde yanına iki yolcu gelir. Gelenler kendisini öldürüp altını almak isterler, adam "Onu aramızda üçe bölüşürüz, şimdi önce biriniz şehre varıp yiyecek bir şey alsın" diye teklif eder.

Adamın teklifi kabul edilerek gelenlerden biri şehre gönderilir. Şehre giden adam yolda giderken "Niye altını onlar ile bölüşeyim, alacağım yiyeceğe zehir katar, onları öldürürüm, böylece altının hepsi bana kalır" diye düşünür ve dediği gibi yapmak üzere şehirden aldığı yiyeceğe zehir katarak döner.

Altının Yanında kalanlar da "Niye ona altının üçte birini verelim, dönünce onu öldürür ve altını ikimiz paylaşırız" diye konuşurlar. Adam dönünce onu öldürürler, fakat yiyeceği yeyince de kendileri ölür, böylece altın çöl ortasında ve her üçünün ölüsünün yanıbaşında sahipsiz kalır. Daha sonra Hz. İsâ'nın yolu olay yerine yeniden uğrar, durumu görünce yanındakilere "İşte dünya budur,ondan sakının" der.

4 Haziran 2016 Cumartesi

Muhammed Ali Vefat etti

ALLAH cc RAHMET EYLESİN
Muhammed Ali'nin sözcüsü Bob Gunnell dün yaptığı açıklamada, Ali'nin doktor ekibi tarafından tedavi altında tutulduğunu söylemişti. Dünyaca ünlü boksör Muhammed Ali geçen hafta perşembe günü Solunum rahatsızlığı nedeniyle hastaneye kaldrılan Muhammed Ali Hayatını kaybetti. Ünlü boksör Muhammed Ali hakkında bilinmeyenleri sizin için derledik. İşte vefat eden dünyaca ünlü boksör Muhammed Ali hakkında tüm ayrıntılar...
TÜM ZAMANLARIN EN İYİ BOKSÖRÜYDÜ
Müslüman olmadan önceki ismi Cassius Marcellus Clay Jr. olan Muhammed Ali, 17 Ocak 1942'de Kentucky Louisville'de doğdu. Afro-Amerikan ve İrlanda kökenlidir. 12 yaşındayken boksla tanıştı ve kısa zaman içinde National AAU ve Altın Eldiven Şampiyonası'nda amatör kayıtlara girdi. Yine 1960'ta Roma'da ağır hafif sıklette altın madalyayı alarak profesyonel lige döndü. 18 yaşındayken katıldığı Roma Olimpiyatları'nda altın madalya aldıktan sonra ünü giderek artmaya başladı.
1964 yılında 22 yaşındayken, S. Liston'u yenip Dünya Şampiyonu oldu. Bu zaferden sonra dinini değiştirdiğini ve İslam'a geçtiğini açıkladı. Muhammed Ali ismini aldı ve çok sevdiği boks'a 1967'den 1970'e kadar ara vermek zorunda kaldı. "Vietnamlılar bana hiçbir kötülük yapmadılar ki onlarla savaşayım." diyerek Vietnam savaşına gitmediği için 5 yıl hapis ve 10 bin dolar para cezasına çarptırıldı. Lisansı ve pasaportu elinden alınınca dava süresince maddi sıkıntılar yaşadı ve iflas ettiğini açıkladı. Ailesinin yardımı ve üniversitelerde para karşılığı yaptığı konuşmalarla geçimini sağladı. 1970'te temyiz davasını kazanıp tekrar boksa döndü. 1971'de Joe Frazier ile 'Asrın maçı'na çıktı ve profesyonel boks kariyerinde ilk defa kaybetti. Uzmanlar üç buçuk sene aradan sonra sadece 2 maç yapan Muhammed Ali'nin bu kadar zor bir maça hazır olmadığı görüşünde hemfikirdi. Fakat o en kısa zamanda tekrar şampiyon olmak istiyordu. Ardından çenesinin kırıldığı maçta Ken Norton'a sayı ile yenilince, kendi ve yakınları dışında birçok kişi kariyerinin bittiğini sandı. Fakat o azmedip art arda unvan için rakip olan boksörleri bir bir yendi. Ken Norton'i yenip rövanşı aldı.
1973'te Joe Frazier ile unvan maçı için anlaştı. Arada sadece Joe Frazier-George Foreman maçı kalmıştı. Frazier sürpriz bir şekilde iki raund'da nakavt oldu. Ali böylece önce Fraizer ile maç yapıp arkasından da Foreman'la maç ayarladı ve iki maçı da nakavt'la kazandı. Böylece hem kaybettiği unvanını alacak hem de daha bitmediğini gösterecekti. 1974'te Foreman’ın bahisçilerde 7'ye 1 favori olduğu maçta rakibini hiç beklenmedik bir taktik ile sekizinci raundda nakavt edip hak ettiği unvanı Floyd Patterson'den sonra tekrar elde eden ikinci boksör oldu. 1978'de L. Spinks'e yenilip ardından aynı yıl rakibini yenince Dünya Şampiyonluğunu 3 kez elde eden ilk boksör oldu. O zamanlar sadece 2 Dünya Boks Federasyonu olması değerini daha da farklı kılıyordu. 2008 yılı itibari ile 8 Dünya Boks Federasyonu bulunuyordu. Muhammad Ali'nin etkin döneminde en iyi boksörler, unvanı elde edebilmek için, mutlaka karşı karşıya gelirlerdi. George Foreman'in 1994 yılında 20 sene aradan sonra tekrar Dünya Şampiyonu olması ve unvanını çok kez savunması, o dönemin boksunun birçok ülkede neden "Altın 70'li yıllar" diye anıldığını bize anlatıyor.
KELEBEK GİBİ UÇTU, ARI GİBİ SOKTU.
1978'de boksu Şampiyon olarak bıraktı. Sonra Parkinson hastalığına yakalanmasına rağmen bunu gizleyip büyük para karşılığı iki maç daha yapıp kaybetti. İkisi de o vaktin veya sonrasının Dünya Şampiyonları idi. (eski sparring partneri Larry Holmes ve Trevor Berbick). Profesyonel döneminde sadece 5 kez yenilen, Olimpiyat ve Dünya Şampiyonu olan Muhammed Ali, 36 yaşına kadar bütün şampiyonlar için tek isim olmayı başardı ve 37'si nakavt olmak üzere 56 maç kazandı.
Ona sadece bir boksör olarak bakmamak gerekir. Çünkü o gücüyle olduğu kadar kişiliğiyle de hep daha iyisini yapmaya çalışmıştır. 1960 Roma Olimpiyatları'ndan döndükten iki gün sonra bir lokantada sadece beyazlara servis yapıldığını öğrenince, altın madalyasını Ohio Nehri'ne atmıştır. 1996 Atlanta Olimpiyatları'nda bu madalyanın yerine başka bir altın madalya kendisine verilmiştir.
Din olarak İslamiyet'i seçmiştir ve Vietnam savaşına gitmemiştir. Bu durumu şöyle dile getirmiştir: "Benim onlarla sorunum yok." (I'I ain't got no quarrel with them Vietcong'). Bu nedenle unvanlarına el konuldu ve bokstan uzaklaştırıldı. Fakat o yılmadı. Bu süre içerisinde üniversiteleri dolaşarak İslamiyet'i anlattı. Malcolm X ile yakın ilişkileri oldu. Verimli işlerle uğraştı.
Muhammed Ali, sadece Muhammed Ali isminden ibaret değildir. O, zamanının en iyisidir. 2001 yılında Hollywood tarafından hayatı filme alındı. Ali adlı filmde Muhammed Ali'yi Will Smith canlandırdı.
Parkinson hastalığı yüzünden uzun süre Michigan'daki çiftliğinde gözlerden uzak yaşamayı tercih eden ünlü boksör, ringlerde 20 yıldır ağzından düşürmediği "Bütün zamanların en iyisiyim" lafını ispatlayarak bir efsane olmuştur. Muhammed Ali 1984'den beri Parkinson hastasıdır.
Buna rağmen, 2001 yılındaki 11 Eylül saldırıları üzerine Muhammed Ali, başında New York İtfaiye Müdürlüğü şapkası ile Sıfır Noktasına giderek destek ve dayanışmasını göstermek gereği duymuş ve şöyle demiştir:
“Beni asıl inciten, 'İslam' adının bulaştırılması ve 'Müslüman' [adının] bulaştırılması, ve sorun çıkarılıp nefret ve şiddete yol açılması. İslam, katil dini değildir. İslam, barış demektir. Evde öylece oturup insanların sorunun kaynağı olarak Müslümanları yaftalamalarına seyirci kalamazdım.”

14 Mayıs 2016 Cumartesi

ŞEHİDİN MEKTUBU VAR SANA

Cemaati İslami lideri Rahman Nizami'nin tutuklu olduğu ceza evinde idam edilmezden önce yazdığı
MEKTUBU:
“Doğduğumda nikâhlandığım ve son nefes diye zaman tayin ettiğim buluşmaya gidiyorum. Korkmuyorum. Ardımda pişmanlıklarım var ama üzgün değilim. Kırgınım. Sözünü unutanlara, kardeşinin elini tutmayanlara, düşeni kaldırmayanlara, Allah için gözyaşlarını sakınanlara, zalimin yanında durup mazluma timsah gözyaşları dökenlere, kıyama kalkmayı kolay zannedip elindekini muhafaza etmek için bahane satanlara, alanlara kırgınım. Bu kırgınlıkla kavuşacağım Rabbim’e söyleyeceğim bunları.
“Vuslat bu. Nerede buluşacağı belli olmuyor insanın. Bazen 14 yaşındaki bir kızı Kudüs’te pazarda buluyor. Kafasına sıkılan bir kurşunla göçüyor. Elbisesine bulaşıyor kan. Huzura çıkmadan önce melekler yıkıyor onu.
“Senin kardeşin benim. Bu katillerle niye anlaşıyorsun?” diyemiyor.
“Bazen vuslatına yürümen gerekiyor. Seni evinde bulsun istediğin buluşma için önce evinden ayrılman gerekebiliyor. Sonu görünmeyen bir yolu merakla yürümen gerekiyor. Yol bitip de deniz başlayınca acı acı yutkunmak serbest suya atlamadan önce. Bir kıyıya varıyor elbet denizin sonu. Kıyıya ya canlı varıyorsun ya da cansız vuruyorsun.
“Ben gidiyorum...
“Ardımda bir fikir kalsın istiyorum. Zorla karşılaşınca ölüm korkusundan istikametini şaşıranlarla biz ölümden aynı şeyi anlamıyoruz. Bu bir imtihandı. Kolay olacağını söylemedi kimse. Sancısız olacağını, bedelsiz olacağını. Bu yola baş koymak, sonunda gerekirse bu uğurda o baştan vazgeçmek demekti. Bizim için karar aldıklarını zanneden ahmaklar var. Bu karar ancak göklerde alınmış olabilir. Siz kimsiniz ki..!
“Size son sözlerim şudur;
“Her zaman batılın, zulmün ve haksızlığın karşısında ilmi mücadeleye devam edeceksiniz. Bir mümin asla Allah’tan ümidini kesmez. Hayatınızın sonuna kadar Allah yolunda bir gaye ile görevinizi sürdüreceksiniz. Batılın tüm tuzaklarına ilim yoluyla cevap vereceksiniz. Kadınlarımızın yetiştirilmesine ve ahlâk yoluna önem vereceksiniz. Cemaat-i İslami’de asla bir lider problemi yaşanmayacaktır. Durum ne kadar kötü olursa, o kadar iyi ve kaliteli liderler yetişecektir. Ben yaşlandım. Rabbim her an canımı alabilir. Ben şehit olarak Allah’ın huzuruna gitmek istiyorum. Benim şehadetim ile beraber değişim başlayacaktır. Halkım ve dünya Müslümanlarından dua istiyorum.”

17 Ocak 2016 Pazar

HACER-İ MUALLAK, AKSA VE SAHRA

Hacer-i Muallak

Bu taşın adı: Muallak Taş ya da Hacer-i Muallak'tır anlamı asılı duran taş demektir. Peygamberimizin Miraca çıkarken bastığı ve ayak izinin bulunduğu kaya ; Kuruluş Kayası, Oyuk Kaya da denir. Altı boş olan ve sadece bir köşesinden destekle durabilen bu kaya parçası, Kudüs'te Kubbet-üs Sahra'nın içindedir. Kayanın en geniş yeri 18 metre, en dar yeri ise 13.5 metredir. Bu kayanın içine on bir basamak merdivenle inilebilmektedir. Kayanın iç kısmı yaklaşık 1.5 metre yüksekliğinde ve 4.5 metre x 4.5 metre boyutlarında boş bir mekandır. İçeriden tavana bakıldığında havada asılı izlenimi verir, bundan dolayı Hacer-i Muallak olarak anılmaktadır.

Hz. Fatma bu kayanın yanında namaz kıldıgından özellikle çocuk sahibi olmak isteyen kadınların dua ettikleri bir mimber yapılmıştır. Cami içinde mermere gömülü ve dışı tahta oymalı bir kutu içinde ‘’sakalı şerif’’ vardır. Ziyaretçiler bu sakal-ı şerife dokunabilmek için ellerini bu kutunun içine sokarlar. Yine muallak taşı’nın altında, Hz.Huhammed, sav kendisini almaya gelen meleğin kanatlarının üzerinde iken, onunla birlikte yükselen kaya, peygamberimizin işareti ile durmuştur. kayaya sonradan sütunlarla destek yapılmış.

Yahudilerce, bu bölgede bir zamanlar Hz. Süleyman’ın mabedinin bulunduğu varsayıldığından, bu bölge onlar için de kutsal kabul edilmektedir. Hatta bu mabet Kubbet-üs Sahra’nın altındaki Hacer-i Muallak isimli kayanın üzerine kurulu olduğu için, bu kaya ve onun bulunduğu yer Yahudiler için yeryüzündeki en kutsal mekan kabul edilmektedir.

Ayrıca bu bölge, Hıristiyanlar tarafından da kutsal olarak kabul edilir. Çünkü Hz. İsa (a.s) Allah’ın kutlu bir peygamberi olarak bu bölgede tebliğ vazifesini yerine getirmiştir. Hıristiyanlara ait birçok kilise ve dini yapı da yine bu bölgede bulunmaktadır.

Dünyaya indiğinde Kabe-i Muazzama'yı inşa eden Hz. Adem A.S. aynı zamanda Mescid-i Aksa'nın da ilk inşasını yapmış. Bu Mescid de Kabe gibi Nuh tufanında zarar görmüş ve M.Ö. yaklaşık 2000 yılında Hz. İbrahim A.S. tarafından tamir edilmiş. Biliyorsunuz Hz. İbrahim Hz. Süleyman, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed S.A.V.'in atası olduğu için özel yeri var. Kabe'nin bugünkü halini de inşa etmiş, mucizesi kuma çıkmayan ayak izlerinin taşa çıkması, halen Kabe avlusunda ayak izini taşıyan Rüknü İbrahim var. Nemrut'un Urfa'da ateşe attığı ve ateşin yakmadığı Hz. İbrahim'in yaptığı Mescid-i Aksa, bugüne kısmen ulaşmış olan El-Aksa El-Kadim mescidi. Yani 2 tane Mescid-i Aksa var. El-Kadim olan eski mescid ve El-Cedid olan yeni Mescid.

İslam zamanında Kudüs, İslamiyet'in ilk Kıble'si olmuş ve namazlar Kıbleteyn'e kadar Kudüs'e yönelerek kılınmış. Miraç hadisesi de buradan olunca ve Kudüs, Kabe-i Muazzama'dan, Medine-i Münevvere'den sonra en kutsal yer ilan edilince (Mescid-i Aksa'da kılınan 1 vakit namaz 500 vakte eşdeğer kıymette) İslam orduları "zenginlik" anlamına gelen Mısır'dan önce veya "Ortodoks kilisesi" anlamına gelen İstanbul'dan önce kudsiyet arzeden buraya yönelmiş.

Kubbet-üs Sahra'nın içinde tam merkezde dev bir taş var. Peygamberimiz A.S.V. bu taşın üzerinden Burak'a binerek Mirac'a yükselmiş. Bu taş, Hacer-i Muallak, hani havada asılı durduğu söylenen taş. Kısmen altına inebiliyorsunuz, gerisi kapalı.
Kudüs, ilk olarak Hz. Ömer tarafından fetholunmuş. Sur içinde Hz. Ömer mescidi var. Sonra tüm Hristiyan alemi ayaklanmış ve onların cihadı "Haçlı Seferleri" The Crusaders başlamış. Richard the lion hearted, Aslan yürekli Rişar Kudüs'ü geri almış ki ta Selçuklu Sultanı Selahaddin-i Eyyubi Hz. fethedene kadar...

Selahaddin-i Eyyubi Cizre'li kürt asıllı, bir hükümdar. Kudüs fethi ile ganimetine 100,000 arap atı düşmüş. "Ben bu servetle yaşayamam" deyip sabaha kadar atları fakir halka sadaka diye dağıtmış. Öldüğünde ise kefen alınacak bile parası yokmuş. Kefen satan esnaf helallık vermese imiş o koca hükümdarın cenaze namazı kılınamayacakmış. Bugün bunları Kudüs'ün Müslüman halkından dinlemeniz, aralarında "ben Eyyubi nesliyim" diye iftihar edenleri görmeniz mümkün.

İşte Mescid-i Aksa El-Cedid'i inşa eden, Miraç'a çıkılan taşın üzerine Kubbet-üs Sahra'yı inşa eden Selahaddin-i Eyyubi Hazretleridir. Yapıldığı kot (elevasyon) Hz. Süleyman mabedinin üstünde kalıyor. Yani Mescid-i Aksa El-Cedid, Hz. Süleyman mabedinin harabesi üzerine yükselmiş. Kavga burada başlıyor...

DİKKAT: Birçok internet sitesinde yeralan ve Hacer-i Muallak diye böyle bir taş yoktur, bu resim insanları kandırmak ve yanıltmak

Kontrol noktasını geçtikten sonra Kubbetüssahra’nın büyüleyen o muhteşem görüntüsü karşımıza geliyor. Kubbetüssahra Arapçada “kayanın üzerindeki kubbe” anlamına geliyor. Cami 685-691 tarihleri arasında Emevi halifesi Abdulmelik Bin Mervan tarafından, peygamber efendimizin üzerinde Mirac’a yükseldiği büyük kayanın üzerine yapılmış. Bu kayaya muallâk taş denilmektedir. Peygamberimiz miraca yükseldiğinde bu taş da peygamber efendimizle birlikte yükselir. Peygamber efendimiz durumun farkında olunca taşa dur der ve taşı kaldıran kudret, taşı o halde durdurur. Taş bir süre havada asılı kaldıktan sonra yerine yeniden oturur. Bundan dolayı taşa muallâk taşı denilmektedir. Taş kuzey-güney istikametinde 18 metre, doğu-batı istikametinde ise 13.5 metre çapındadır. Muallâk taşının en yüksek yeri 2, en düşük yeri ise 1.25cm yüksekliğindedir. Altın kubbenin çapı büyüklüğündeki kaya’nın altında bir oyuk bulunmaktadır. Bu oyuğa merdivenle inilmektedir. Küçük bir mescit görünümündeki oyukta 15-20 kişi namaz kılabilmektedir. Kubbesi Ürdün kralı Hüseyin tarafından altınla kaplanan camide kaya kubbenin altında bulunuyor.
Kubbetüssahra camii taşın etrafında konuşlandırıldığından ilginç bir mimariye sahip. Sekizgen olan camiinin dört yöndeki duvarlarıda dört ayrı kapı bulunmakta. Bu kapılardan birisi güneye bakmaktadır ki, imamın namaz kıldırdığı mihrap ta bu kapının önünde yer almaktadır. Kıble yönünden de içeriye girilebilen dünyadaki tek cami sanırım Kubbetüssahra’dır. Kubbe mevsimleri belirten 4 ana sütun ile ayları simgeleyen 12 sütun üzerine oturtulmuştur ve üzeri altın varak ile kaplanmıştır. İçeriden ahşap süslemeleri ve rengârenk mozaikleri dış cephesindeki çini süslemeleri ile bu yapı Kudüs’ün İslami yüzünü gösteren muhteşem bir sanat harikasıdır. 1099’da Kudüs’ü ele geçiren Hıristiyanlar burayı kilise olarak kullanmışlar, Selahaddin-i Eyyübi’in Kudüs’ü yeniden 1187’de fethetmesiyle birlikte mescit 88 yıl aradan sonra asli fonksiyonuna geri döndürülmüş. Caminin dışında yer alan çini süslemeleri Kanuni Sultan Süleyman devrine aittir. Kubbetüssahra’nın sekizgen dış duvarının üst tarafına Yasin-i Şerif’i yazdıran padişah ise II.Abdülhamit’tir. Gerek Osmanlılar gerekse diğer devletlerden Kudüs’e sahip olanlardan her padişah, her paşa veya her Kudüs valisi Harem-i Şerif’in içerisine bir hizmet yapmak istemiş. Harem bundan dolayı irili ufaklı onlarca tarihi eseri barındıran doğal bir tarih müze haline gelmiştir. Harem-i Şerif’in 140 bin metrekarelik kutsal alanının her tarafı ayrı dönemlere ait tarihi eserlerle doludur.

Kubbetüssahra Müslümanların Hıristiyan mimarisi karşısında kendi mimarisinin varlığını hissettiren önemli bir eserdir. Caminin doğu cephesinde ise bire bir aynısı olan maketi yer almaktadır. Burayı yapan mimar, projesini çizdikten sonra nasıl duracağını görmek için önce maketini yapmış, maketin hoş durması üzerine de asıl proje yapılmaya başlanmıştır.

Kubbetüssahra’nın güney batısında açık alanda bir mihrap bulunuyor. Bu mihrap açık havada namaz kılmak için yapılmış. İslam beldelerinde açık havada namaz kılma, yakın zamana kadar devam ede gelen bir gelenektir. Aynı zamanda de peygamber sünnetidir. Hazreti Muhammed’in (S.A.S) Medine’de zaman zaman değişik yerlerde tek veya cemaatle namaz kıldığı bilinmektedir. Anadolu’nun bazı kentlerinde de başta Cuma ve bayram namazları olmak üzere büyük kalabalıklarla kılınan namazlar ismi namazlık veya mihrap olan bu tür yerlerde halen de kılınmaktadır.
Kubbetüssahra’yı ziyaret ettikten sonra kıble istikametine doğru yürüyerek yüzyıllara meydan okuyan, Peygamber efendimizin miraç yolculuğundaki birinci durağı Mescid-i Aksa’ya yöneldik. Mescid-i Aksa ile Kubbetüssahra’nın arası yaklaşık 150-200 metre. Kubbetüssahra biraz daha yüksekte kalıyor. Kubbetüssahra’dan Mescid-i Aksa’ya ulaşmak için dört kemerli revaklardan geçip 20 basamak aşağı inmek gerekiyor. Merdivenlerden indikten sonra mermer kaplı geniş bir meydana geliniyor. Mescit’in giriş kapıları kuzeye, yani Kubbetüssahra’ya bakıyor. Kubbetüssahra’da namaz kılan birisi kıble olarak hem Mescid-i Aksa’yı hem de Kabe’yi karşısına almış oluyor. Mescit’e girilen geniş kemerli kapının sağında ve solunda üçer kemer bulunuyor. Kemerlerle başlayan revaklar kuzey-güney istikametinde mescidin bir başından diğer başına kadar devam ediyor. Mescid-i Aksa kuzey-güney istikametli 15 kemerden oluşurken, bu kemerlerden bugüne sadece 7’si kalabilmış. Bölge deprem bölgesi olduğundan zamanla diğerleri yıkılmış. Bugüne kalan yapının sağında ve solunda eskiden mescit alanı olduğunu belgeleyen sütun kalıntılarına rastlamak mümkün.
Mescidin bulunduğu araziye ilk mescit Hz.Ömer tarafından 637 yılında yaptırılmış. Hazreti Ömer Kudüs’ü fethettikten sonra, ilk iş olarak buraya küçük bir cami yaptırmış. Günümüzde var olan mescidi ise 709 yılında Emevi Sultanı Velid Bin Abdulmelik yaptırmış. Mescit klasik Arap mimarisiyle inşa edilmiş ve giriş kapısından mihraba doğru uzanan üç revaktan oluşmuştur. Mihraba yakın ahşap süslemeli bir kubbesi bulunan mescit, Hıristiyan işgaline kadar bir çok tamir geçirmiştir. Haçlılar burayı işgal edince de bir süre Kilise’ye çevirmişler. Maalesef alt bölümlerini ise ahır olarak kullanılmışlar. Alt bölümler olarak adlandırılan kısım Namaz kılınan mevcut mescidin bodrumları olarak düşünülebilir. Mescit’in güney duvarı ile kuzey duvarı arasında (Tepe olduğu için) kod farkı olduğundan, bodrum olarak nitelendirilen kısma kuzey yönünde uzun merdivenlerle inilirken, güney tarafı yüksekte kaldığı için pencereler güneydeki Silvan vadisine bakmaktadır. Mescidin alt bölümleri yine kod farkından dolayı birbirine kendi içinde merdivenlerle bağlanmaktadır. Alt bölümlerin büyüklüğü alan itibariyle, üstteki yapıdan birkaç kat büyüktür. Mescid-i Aksa depremlerde birçok kez yıkıldığından ve her seferinden ayrı dönemlerde, ayrı mimari tarzlarla yeniden yapıldığından yekpare bir mimari yapıya sahip değildir. Birbirine benzemeyen sütunlar, farklı kemer ve farklı tavan kaplamaları ile Mescid-i Aksa 8.yüzyıldan günümüze bütün dönemlerin farklı mimari esintilerini yaşatmaktadır.
Selahaddin’i Eyübi’nin Kudüs’ü fethiyle birlikte yapı tekrar mescit haline dönüştürülmüş. Eyyübi Sultanı İsa döneminde camiye bazı ilaveler yaptırılarak cami genişletilmiş. Osmanlı döneminde ise Kanuni, II.Mahmut, Abdülmecit ve II.Abdülhamit, Cami’nin bakım ve onarımıyla yakından ilgilenmişler.
1969 yılında fanatik bir Yahudi Mescid’i yakma teşebbüsünde bulunmuş ve mescide önemli ölçüde zarar vermiş.

Hakkımda

Fotoğrafım
https://www.facebook.com/VAHDED.HOCA SİTEMİZİ ZİYARET EDİP ÜYE OLURSANIZ ÇALIŞMALARIMIZA DESTEK VERMİŞ OLURSUNUZ ALLAH cc CÜMLE MÜMİNLERDEN RAZI OLSUN.

selmun aleyküm