REKLAM

AYET-İ KERİME

29 Nisan 2013 Pazartesi

Müslümanların şefkati sayesinde İslam`a girdiğini böyle anlattı..

Müslümanların şefkati sayesinde İslam`a girdiğini böyle anlattı..

92 yaşında Müslüman Josette-Marie, Mekke`de kadınlar tarafından organize edilen bir konferansa katıldı. İslam`a nasıl girdiğini ve Müslüman olduktan sonra çektiği sıkıntıları anlattı. Kendisini dinleyen 300 kadın gözyaşlarına boğuldu

"Müslümanların şefkati Müslüman olmama neden oldu"
İslam`ı ve Müslümanları tanıma fırsatının bulduğunun belirten Josette-Marie, "Ancak bir gün İslam`a gireceğimi hiç düşünmemiştim. Müslümanlarla komşuluk yapardım. Asıl İslam`a giriş sebebim, onlarla yakın bir şekilde yaşamam. Böylece Müslümanların yaşlı insanlara verdiği değeri gördüm. Avrupa`da tam tersi, evlatlar yaşlı anne babalarından kurtulmak için onları huzur evlerine gönderiyorlar. Müslüman tanıdıklarım bana karşı her zaman saygılı ve şefkatli oldular. Hristiyan olmama rağmen, bana yardımda bulundular ve bir karşılık istemediler. Dört çocuklu bir Müslüman aile devamlı beni evlerine davet ederlerdi ve bana iyilikte bulunurlardı. Onların bu iyilikseverliği kelime-i şehadet getirmemde en önemli etken oldu. Müslüman aileler içinde, çocuklar, anne-baba ve dede-nine beraberce yaşıyorlar. Çocuklar büyülerinin ellerinden ve başından öpüyorlar" dedi.

"Kızım beni reddetti"
Müslüman olduktan sonra çektiği sıkıntılara değinen Josette-Marie, "Beni en çok yaralayan kızım oldu. Kocası ve çocuklarıyla Fransa`da yaşıyor. Müslüman olduğumu öğrenince, kızım beni annelikten attı. Beni akıl hastası olmakla suçlayıp, huzur evine atmak istedi. Ancak bu doğru değil, çünkü 1930 sonrası yaşanan bütün olayları hala hatırlıyorum ve teker teker sayabilirim. Ailemin geriye kalan kısmı burjuva ve aristokrat ortamına dayanır. Onlar da benimle olan bağlarını kesip, beni bütün miras hakkından men ettiler" şeklinde konuştu.

"Mekke`de ölmek istiyorum"
Kendisine hidayeti nasip ettiği gibi, kızına da doğru yolu göstermesi için Allah`a dua ettiğini belirten Josette-Marie, "2010`da Müslüman olduktan sonra Hac farzını yerine getirdim. Tekerlekli sandalyeyle Hac yapmayı kabul etmedim, çünkü sağlığım yerindedir. Allah (cc) bana son iki Ramazan orucunu tutmayı da nasip etti. İslam`dan önceki hayatıma üzülüyorum, ama benim gerçek doğuşum aslında 2010 yılı, yani İslam`la kucaklaştığım tarih. Gerçek hayat İslam`la başlar. Son umudum bir daha Mekke`ye Umre yapmak için geri dönebilmek ve bu pak topraklarda ölmek ve gömülmektir" ifadelerini kullandı.

27 Nisan 2013 Cumartesi

Bebeği tahtaya bağlayıp canlı canlı yaktılar.

KENDİNİ TANRI SANIYOR 
Yetkililer, tarikatın lideri Castillo Gaete'nin kendisini tanrı olarak gördüğünü ve dünyanın 21 Aralık 2012'de sona ereceğine inandığını söylüyordu.
Tutuklananlar arasında bebeğin annesinin de bulunduğu ve şüphelilerin bu tarikata mensup oldukları, ve üç günlük bebeği deccal olduğu gerekçesiyle geçen yıl Kasım ayında Colliguay kasabasında yaktıkları düşünülüyor. 

Şili polisi, Vina del Mar'daki bir klinikte doğduğunu ancak hiç bir zaman kayıt altına alınmadığını kaydediyor. 
Dedektifler, Castillo Gaete'nin tarikattaki bütün kadınlarla cinsel ilişki içinde olduğunu da kaydediyor. 
Bebeğin babasının da Gaete olduğu tahmin ediliyor. Gaete, bebeğin annesi Natalia Guerra'yı bebeği kurban etmeye ikna etmekle de suçlanıyor. 
Bebeğin, daha önce yere kazılan iki metre derinliğindeki bir kuyuda yakılan ateşe atıldığı bebeğin çıplak olduğunu, ses çıkarmaması için ağzının tıkandığını daha sonra da bir tahtaya bağlanıp canlı canlı yakıldığını söyledi. 

Tarikatın 2005 yılında kurulduğu düşünülüyor. Tarikat üyelerinin Güney Amerikalı yerliler tarafından yüzyıllar boyunca kullanılan halüsinasyon etkisi olan ayahuasca adlı bir bitkiyi kullandıkları tahmin ediliyor. 

26 Nisan 2013 Cuma

PEYGAMBERİMİZİN sav ÇOCUKLAR'A SEVGİ VE İLGİSİ

Peygamberimiz sav kendi çocuk ve torunlarınada çok düşkündü. Onlar için şefkatli bir baba, merhametli bir dedeydi.

Gördüğü ve karşılaştığı her çocuğa selâm verir, halini hatırını sorardı. Binekli bulunduğu zaman çocukları atın terkisine alır, gidecekleri yere kadar götürürdü. Çocuklarla arkadaşça konuşur, onların yanında çocuklaşır, anlayış seviyelerine göre sohbet eder, öğütler verirdi.
Çocuklarla o kadar içice olmuştu ki, bir defasında yarış yapan çocukları görmüştü de, onların neşesine katılmak için birlikte koşmuştu.
Hazret-i Fatıma'nın iki oğlu vardı: Hasan ve Hüseyin. Peygamberimiz sav  torunlarım çok severdi. Onları kucağına alır, omuzuna çıkarır, okşar, sırtında taşır, oyun oynar, isteklerini yerine getirirdi.
Peygamberimiz sav dünyasını değiştirdiğinde Hz. Hasan 7, Hz. Hüseyin 6 yaşındaydı. 
 Oğlu İbrahim'in—Medine'nin— Avali semtinde oturan bir süt annesi vardı. Beraberinde ben de bulunduğum halde Resulullah sık sık oğlunu görmeye giderdi. Varınca, demircinin duman dolu evine girer, oğlunu kucaklar, koklar, öper ve bir süre sonra da dönerdi."
Peygamberimiz, sav kızı Fatıma'yı çok severdi. Bir sefere çıkacağı zaman en son ona uğrar, dönüşünde ise önce onun yanma giderdi.
Hz. Fatıma babasını ziyarete geldiğinde ise, Peygamberimiz sav sevgili kızını karşılamak için ayağa kalkar, alnından öper ve yanına oturturdu.
Bir gün Peygamberimiz minberde hutbe okurken Hasan ve Hüseyin'in düşe kalka mescide girdiklerini görür. Konuşmasını yarıda keserek aşağı iner, onları tutar, bağrına basar.
"Cenab-ı Hak: Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka bir şey değildir. Allah cc yanında ise büyük mükafatlar vardır. 
وَاعْلَمُوا اَنَّمَا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ اَجْرٌ عَظٖيمٌ   ENFÂL 28
buyururken ne kadar doğru söylemiştir. Onları görünce dayanamadım" dedikten sonra konuşmasına devam etti.

Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. 
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ اَمْوَالُكُمْ وَلَا اَوْلَادُكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَاُولٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ   MÜNÂFİKÛN 9

Ne mallarınız ne de çocuklarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran şeylerdir! Ancak iman edip salih amel işleyenler başka. İşte onlar için işlediklerine karşılık kat kat mükâfat vardır. Onlar cennet köşklerinde güven içindedirler. 
وَمَا اَمْوَالُكُمْ وَلَا اَوْلَادُكُمْ بِالَّتٖى تُقَرِّبُكُمْ عِنْدَنَا زُلْفٰى اِلَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَاُولٰئِكَ لَهُمْ جَزَاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِى الْغُرُفَاتِ اٰمِنُونَ SEBE' 37

Ebû Said anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz secdede iken torunu Hasan geldi, sırtına çıktı. Peygamber Efendimiz de onun elinden tuttu ve ayağa kalktı. Tekrar rükûa varıncaya kadar onu sırtında tuttu. Rükûdan kalktıktan sonra bıraktı ve çocuk gitti."

Hz. Zübeyir anlatıyor:
"Bir gün gözümle gördüm. Peygamber Efendimiz secdede iken Hasan geldi, sırtına bindi. Çocuk kendiliğinden ininceye kadar Peygamber Efendimiz de onu indirmedi. Peygamber Efendimiz namazda iken bacaklarını açar, Hasan da bir taraftan girer, öbür taraftan çıkardı."

Ebû Hüreyre anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz bir gün bir omuzunda Hasan, diğer omuzunda Hüseyin olduğu halde geldi. Yanımıza varıncaya kadar bir onu öpüyor, bir de diğerim öpüyordu."
"Yâ Resulallah, anlaşılan onları çok seviyorsunuz" dedik.
"Evet, severim. Kim onları severse beni sevmiş, kim onlara kin tutmuşsa, bana kin tutmuş olur" buyurdular.
Peygamberimiz sav bir yere davet edilmişti. Yolda Hz. Hüseyin'i gördü. Hüseyin kollarını açıp koşarak dedesine geleceği anda birdenbire yön değiştirip bir tarafa kaçtı. Bu hareketi birkaç defa tekrarladı. Peygamberimiz sav de peşinden koşuyordu. Sonunda yakaladı, bağrına bastı:
"Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim" buyurdu.
Bazen Hz. Hasan'ı da omuzuna alır ve "Allah'ım bu çocuğu seviyorum, Sen de onu sevenleri sev" buyururdu.
Peygamberimiz sav çocukları memnun etmek için dediklerini yapar, onların kalbini kazanırdı.
Bir seferinde Hz. Hasan'ı omuzuna almış, gidiyordu. Bir adam kendisini bu halde görünce, Hasan'a;
"Ey çocuk, bindiğin binek ne güzeldir" dedi.
Peygamberimiz sav de cevap verdi:
"O da ne güzel binicidir."
Peygamber Efendimiz çocukların ağlamalarına dayanamaz, onların susturulmasını, yorulmamasını isterdi. Sevgisi ve şefkati çocukların ağlamasına dahi müsaade etmezdi.
Bir gün fakir bir kadın iki kızı ile Hz. Âişe'yi ziyarete gelmişti. Hz. Âişe de evde onlara ikram için bir tek hurmadan başka verecek bir şey bulamamıştı. O hurmayı anneye verdi. Anne de hurmayı ikiye bölerek çocuklarına yedirdi. Hz. Âişe bu durumu Peygamberimize sav anlatınca, Peygamberimiz sav o kadın için şu müjdeyi verdi:
"Çocukları hakkıyla sevmek ve onları korumak, Cehennemden kurtuluşa vesiledir."
Peygamberimizin sav hizmetçisi Hz. Zeyd'in oğlu Üsame anlatıyor:
"Resulullah bir dizine beni, bir dizine de torunu Hasan'ı oturtur; sonra ikimizi birden bağrına basar ve 'Ya Rabbi, bunlara rahmet et. Çünkü ben bunlara karşı merhametliyim' diye dua ederdi."
Bir defasında Akra bin Habis, Peygamberimizi, sav Hz. Hasan'ı öperken gördü ve şöyle dedi:
"Benim on çocuğum var. Şimdiye kadar hiçbirini öpmedim."
Bunun üzerine Peygamberimiz, "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" buyurdu.
Yine bir gün bedevinin birisi gelerek Peygamberimize, sav "Yâ Resulallah, siz çocukları öper misiniz? Biz onları öpmeyiz" dedi.
Böyle bir suale Peygamberimiz, sav "Allah cc senin kalbinden merhamet duygusunu almışsa ben ne yapabilirim?" buyurdu.
Bir Yahudinin çocuğu hastalanmıştı. Bunu duyan Peygamberimiz sav çocuğu ziyarete gitti. Ona Müslüman olması için telkinde bulundu. Çocuk, Müslüman olmak için babasından izin istedi. Babası müsaade etti ve çocuk Müslüman oldu.
Peygamberimizin sav barış zamanındaki bu güzel davranışı savaş esnasında da devam ederdi. Savaş sırasında çocukların öldürülmemesini öğütler, onlara iyi davraınlmasını tembih ederdi.
Halid bin Said, Peygamberimizi sav ziyarete geldiğinde yanında küçük kızı da vardı. Habeşistan'da doğduğu için, Peygamberimiz sav ona ayrı bir yakınlık gösterirdi.
Çocuk kalktı, Peygamberimizin sav sırtında bulunan peygamberlik mührüyle oynadı. Babası yanına çekmek istedi, fakat Peygamberimiz sav çocuğun kalbinin kırılmaması için babasına engel oldu.
Bir seferinde Peygamberimizin sav eline işlemeli bir kumaş parçası geçmişti. Hz. Halid'in kızını çağırttı ve ona verdi, sevindirdi.
Cemre o sıralar küçük bir çocuktu. Babası alır, onu Peygamberimizin huzuruna götürür, der ki:
"Yâ Resulallah, şu kızım için Allah'a bereketle dua eder misiniz?"
Peygamber Efendimiz sav Cemre'yi kucağına oturttu, elini başına koydu ve bereketle dua buyurdu.
Ebû Hüreyre ra anlatıyor:
"Adamın biri Peygamber Efendimizin huzuruna geldi. Yanında da bir erkek çocuğu vardı. Adam ikide bir çocuğu kucağına alıyor ve seviyordu. Peygamber Efendimiz sordu:
"Bu çocuğa şefkat gösteriyor musun?"
"Evet, yâ Resulallah." sav
"Sen buna nasıl şefkat gösteriyorsan, Allah da cc senin şefkatinden daha çok şefkat eder."
Erkek ve kız çocukları arasında ayırım yapanları Peygamberimiz sav hiç hoş görmezdi. Bu şekilde bir davranış sergileyenleri uyarır, hatalarını düzeltmelerini sağlardı. Onun gözünde çocuğun erkeği kızı yoktu. İkisi de şefkate ve sevgiye muhtaçtı.
Enes bin Mâlik anlatıyor:
"Peygamberimizin sav yanında bir adam oturuyordu. Bir ara adamın erkek çocuğu geldi. Adam çocuğu aldı dizlerine oturttu. Az sonra bir de kız çocuğu geldi. Onu da yanına oturttu.
"Peygamber Efendimiz sav adama sordu: "Niçin ikisini bir tutmadın?"

Hazret-i Ali ra anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz sav bize ziyarete gelmişti. O gece bizde kaldı. Hasan ve Hüseyin de uyuyorlardı. Bir ara Hasan su istedi. Peygamberimiz sav hemen kalktı ve su kırbasından bir bardak su aldı, çocuğa vermek için getirmişti ki, o sırada Hüseyin de uyandı. Hüseyin bardağa uzandı ve su içmek istedi. Peygamberimiz sav suyu Hüseyin'e vermedi, önce Hasan'a verdi.
"Bunun üzerine Fatıma dayanamadı ve 'Hasan'ı Hüseyin'den çok seviyorsunuz gibi...' dedi.
"Peygamberimiz, sav 'Hayır, suyu önce Hasan istedi' buyurdular."
Numan bin Beşîr anlatıyor:
"Babam malından bir şeyler hibe etmişti. Annem, 'Bu hibeye Peygamberimizi sav şahit tutmazsan kabul etmem' dedi.
"Bunun üzerine bana yaptığı hibeye şahitlik yapması için babam beni alarak Peygamberimize sav gittik. Durumu öğrenen Peygamberimiz: sav
"Başka çocukların var mı?' diye sordu. "Babam, 'Evet, var' dedi.
"Bütün çocuklarına aynı şekilde hibede bulundun mu?"
"Babam, 'hayır' dedi.
"Allah'tan korkun, çocuklarınız arasında eşit davranın.'
"Babam Peygamberimizin sav huzurundan çıktıktan sonra bana yaptığı hibeden vazgeçti."

24 Nisan 2013 Çarşamba

MEHDİ YADA YARATILMIŞLAR DEĞİL İMAN-AMEL İLE ALLAH cc KURTARIR

Bir adam hoca olan arkadaşına bir soru sorar.
Hocam, bu mehdi rivayetleri söylemleri karşısında sıkıldık ne yapalım? der.
Hocamız bu sefer mutfakta işe başladı:
Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu.
Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, Bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu Daha sonra arkadaşına tek kelime etmeden, beklemeye başladı.
Yirmi dakika sonra, adam cezvelerin altındaki ateşi kapattı.
Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu.
İkincisinden yumurtayı çıkardı.
Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.
Arkadaşına dönerek sordu: – “Ne görüyorsun ?”
“Patates, yumurta ve kahve” 
“Daha yakından bak bir de” dedi, “patatese dokun.”
Arkadaşı denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.
“Ayni şekilde, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.
En sonunda, arkadaşının kahveden bir yudum almasını söyledi.
Söylenileni yapınca, kahvenin nefis tadıyla yüzüne bir gülümseme yayıldı.
Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı “Bütün bunlar ne anlama geliyordu?
Arkadaşı, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı, ''fitne zamanını'' yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı.
Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı farklı tepkiler vermişlerdi.
Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü.
Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu.
Ama kaynar suda kalınca, yumurta sertleşmiş katılaşmıştı.
Ancak kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
“Sen hangisisin” diye sordu arkadaşına
“Bir sıkıntı, fitne kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?”
“Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? “
“Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracakcaksın? “
“Yoksa, Kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin “
ADAM : Atılır tamam, bütün fitnelere karışıklığa karşı:
Ben, kahve gibi olup bulunduğum her çevreyle Kur'an sünnet tadını idrak ederek yaklaşmalıyım ne patates gibi dedikodulara yumuşayıp, kula kul olmadan, öte yandanda yumurta gibi hakikat ilmine inatçı olmadan, sertleşmeden sırat ı mustakimden ayrılmamalıyım der.

20 Nisan 2013 Cumartesi

gençliğin sırrı nedir? İhtiyar delikanlı güler!.


MUTLU OLUNCA HER ŞEY YERİNDE VE HOŞ OLUR.

Evvel zaman içinde Memleketin birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış? 
Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış.

"bu gençliğin sırrı nedir" diye. 
İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya.

Ama sorular sık ve soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki. 
Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca 
herkese. Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine. 
"Bu davette size sırrımı açıklayacağım" demiş. 

Herkes merakla davete gelmiş.Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş.

Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş.

Herkes konu ne zaman açılacak diye merak ederken adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş. 

"Hatun , şu kilerden bir karpuz getirirmisin bize sana zahmet!.." 

Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş. 

Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da :

" Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka 
getirir misin bir zahmet" demiş. 

Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş. Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş. 

"Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin" demiş. 
Başka istemiş?. Bu böylece dört sefer daha tekrarlanmış . 

Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş?. Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş. 

"Eeeee?. Arkadaşlar işte benim gençliğimin sırrı burada anladınız mı??" Herkes birbirinin yüzüne bakmış.Kimse bişey anlamamış.. 

"Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!" 
Dedecik gülmüş. 
"Efendiler" demiş 
"O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu. Bir kere bile (aman be adam, delimisin nesin şu tek karpuzu ne taşıtttırıyorsun bana defalarca.) demedi. Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi. İşte bütün bu gençliğimi hanımıma borçluyum." 

"Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor 
duruma düşürmeyiz. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız. Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz. Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız. İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız."
demiş.

Hayatınız seçtiğiniz ARKADAŞINIZ DA UYUM BULUR.

Zevkli bir kadına rastlarsanız,ZEVKİNİZ, 
bilgili bir kadına rastlarsanız BİLGİNİZ, 
zeki bir kadına rastlarsanız ZEKANIZ gelişir. 
ÜMMETİN ARASINDA BU SEVGİ VE ANLAYIŞ OLSA DİN DÜŞMANLARI ÖNÜNDE İSLAM KORUNSA!

19 Nisan 2013 Cuma

Ey doğrulara yardım eden, haramlardan kaçınanları koruyan Allâh'ım

Hikaye olundu ki bir adam,  Ey doğrulara yardım eden, haramlardan kaçınanları koruyan Allâh'ım!.. diyerek Harem-i Şerîfte, hep aynı duâyı okuyordu. Ona, Sen başka duâ bilmez misin? dediler. 
O bu duâyı tekrar etme sebebini şöyle açıkladı:

Ben Beyt-i Şerîfi tavâf ederken bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla îmân'ım mücâdeleye tutuştular. Bin altın çok para,  şeytanım, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar dedi. Îmân'ım ise, Bu haramdır, boşuna saklama; sahibini bul, teslim et! dedi. Böyle mücâdele içinde iken, bir ses duyuldu:

Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim!

Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum. Saklamayıp aynen anlattı:

Ben Mağrip sultânının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına râzı olma, elli bin altına sat beni.

Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdata gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum. 
Bir tanıdığım bana gelip, 
Bir tüccar dostum vefât etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı, gel bunu sana alalım dedi. Ben de kabul ettim. Kızın, çeyiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dediki:

Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helâlzâde keseyi iâde edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar.

Bunun üzerine ben Allâh'a cc hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saâdetimiz daha da perçinlenmiş oldu!..

11 Nisan 2013 Perşembe

MÜSLÜMAN KARDEŞLERİNE KARŞI AFVEDİCİ OLUR.

 Hoca bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:
Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!"
Öğrenciler , bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarını üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

"Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her Müslüman kardeşiniz için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun."

Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.

Hoca: "Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar."

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:

"Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor."

"Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık." "Hem sıkıldık, hem yorulduk?"

Hoca; gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

"Görüyorsunuz ki, kardeşlerimizi affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.
-------------------------------------------------------
Dört Halife Dönemi (632-661)

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in sav ebedi hayata intikal etmesinden sonra Dört Halife Devri başlamıştır.

Bu dönemde halifeler seçimle belirlendiği için döneme ''Cumhuriyet Devri'' de denilir.

Hz. Ebubekir ra döneminde (632-634) İslam devletinin sınırları ilk kez Arap Yarımadası'nın dışına çıkmış ve Kur'an-ı Kerim ilk kez kitap haline getirilmiştir. 634 Yermük Savaşı'nın kazanılmasıyla ilk kez Suriye topraklarının kapıları müslümanlara açılmıştır.

Hz. Ömer ra döneminde (634-644) ilk divan teşkilatı, ilk ordugah şehirleri ilk düzenli devlet hazinesi oluşturulmuştur. Mısır, Suriye, Filistin, Irak ve İran fethedilmiştir. Dört Halife Dönemi'nde en fazla fetih bu dönemde yapılmıştır. Fethedilen yerler yönetim birimlerine ayrılmıştır.

Hz. Osman ra döneminde (644-656) Kur'an-ı Kerim ilk kez çoğaltılmıştır. Müslümanlar arasında ilk iç karışıklıklar çıkmıştır. İlk İslam donanması kurularak Kıbrıs fethedilmiştir. 

Hz. Ali ra döneminde (656-661) Müslümanlar arasında ilk iç ayrılıklar başlamıştır. Müslümanlar ilk kez kendi aralarında savaşmışlardır. Bu dönemde çıka karışıklıklar fazla fetih yapılmasını engellemiştir.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Amr Bin El-Ās عمرو ابن العاص,

Amr Bin El-Ās  عمرو ابن العاص, 
 Mısır'a başkentlik yapacak olan Fustat'ı kurdu ve Afrika kıtasında ilk cami olan Amr bin El-As Camisini bu şehrin merkezinde inşa etti.

Kureyş'in Beni Sahm kabilesindendi. Kendisi henüz Müslüman değil iken Müslümanlığı seçen eşini boşadı.[kaynak belirtilmeli] Müslüman olmadan önce İslam orduları ile birkaç kez savaştı. İslam'ı seçtikten sonra İslam ordusunun en önemli komutanlarından biri oldu. Cephedeki başarılarının yanı sıra siyasetin de önemli şahsiyetlerindendi. Önceleri Ali'nin hilafetini desteklerken daha sonra Muaviye'ye destek verdi. Sıffin Savaşı sonrasındaki Hakem Olayı'nda Muaviye'nin hakemliğini yaptı. Ali'nin Haricilerce öldürülmesinin ardından Muaviye hilafeti ele geçirince, Muaviye tarafından Mısır valiliğine getirildi. Bu tarihten itibaren Mısır'ı Emevilere bağlı olarak Muaviye adına yönetti. Muaviye döneminde, 90 yaşının üzerinde iken vefat etti..

Amr bin Âs  ra. İslâmiyeti kabul ettikten sonra eski hatalarından dolayı çok pişman oldu. İslâma hizmet etmeyi, müşriklere karşı savaşmayı şiddetle arzu etti. Böylece İslâm dininin yaman ve yiğit mücâhidi oldu.

Vâkıdî’nin  ra. ifade ettiğine göre; Amr bin Âs, Peygamberimize “Yâ Resûlallah, nice müddettir, şeriat sarayını yıkmağa kasdettim. Şimdi muradım odur ki, İslâm’a geldiğim belli ola.” deyince, Resûl aleyhisselâm “Yakında seni bir hizmete gönderirim” buyurdu. Sonra Peygamber efendimiz sav. tarafından bir seriyye ile (bir bölük askerin kumandanı olarak) babasının dayıları olan Belî bin Ömer bin Lihaf kabilesine karşı gönderildi. Zat-üs-selâsil adındaki yere gelince, kâfirlerin başka kabilelerle birleştiğini haber aldı. Durumu Resûlullaha arz edip, yardım istedi. Resûl aleyhisselâm, Ebû Ubeyde bin Cerrah ra.’ın emri altında, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in de bulunduğu bir birliği gönderip, Amr’a yardım etmelerini emr eyledi. Amr, Ebû Ubeyde’nin yardımı ile kuvvet buldu. Düşman cezalandırıldı. Selâmet ve ganimet ile Medine’ye döndüler. Bu Seriyyeden sonra, Amr bin Âs ra, Resûlullaha sav sordu ki, Yâ Resûlallah, en ziyade kimi seversin? Resûl aleyhisselâm, “Aişe’yi” buyurdu. Erkeklerden kimi sevdiğini sordu. Resûlullah, “Âişe’nin babasını” buyurdu. Amr, ondan sonra kimi deyince, Resûlullah, “Ömer’i” buyurdu. Amr, sordukça Resûl aleyhisselâm bir bir Eshâbın isimlerini zikretti. Böylece Amr ra, beylik ve emirliğin, fazilete sebep olmadığını ve ziyade muhabbete delil olamayacağını anladı.
Amr İbn-i Âs anlatır: Resûlullah bana: “Elbiseni giy, silâhını kuşan ve bana, gel” diye haber gönderdi. Gittiğimde “Seni asker üzerine göndermek isterim. Allah sana selâmet ve ganimet versin ve çok sâlih mal ile dön” buyurdu. Ey Allah’ın Resûlü ben mal para için değil, İslâm’a olan rağbet ve arzumdan müslüman oldum, dedim. “Ey Amr, sâlih mal, sâlih kimsede ne güzeldir” buyurdu.

Bir kişi Resûlullaha sav. geldi ve “Yâ Resûlallah amellerin en efdali (en üstünü) hangisidir” diye sordu. Peygamber efendimiz, “Allahü teâlâya îmân edip, kalb ile tasdik etmek, O’nun yolunda cihad etmek ve Hacc-ı Mebrûr (kabul olunan hac) dır” buyurdu. O kişi “Biraz daha söyler misiniz yâ Resûlallah dedi.” Resûlullah “İnsanlara yumuşak söylemek, fakirlere çok yemek yedirmek, vermesi lâzım ve vâcib olmayan şeyleri, seve seve vermek ve güzel ahlâktır.” buyurdu.

BU MÜSLÜMAN OLUŞ AN'ISINI YAŞAMAK İSTEMEZMİSİNİZ

Abdullah İbn Mesud r.a. Resûl-i Ekrem sav ile ilk defa karşılaşmasını şöyle anlatır: 

"Ukbe b. Ebi Muayt'ın koyunlarını güdüyordum. Bir gün Allah Resûlü sav ve Hz. Ebu Bekir ra. yanımdan geçiyorlardı. Resûlullah sav bana süt olup olmadığını sordu. Ben de ona "Ben bir çobanım ve bu koyunlar da bana emânettir." dedim. 
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem: sav "Pekala, yavrulamamış ve süt vermeyen bir koyunun varsa, bana getirir misin?" dedi. 
Ben de ona hiç yavrulamamış ve sütü olmayan bir koyunu getirdim. Efendimiz koyunun memesini tuttu ve sağmaya başladı. Hakikaten yavrulamamış ve sütü olmayan bu koyundan süt sağdı ve arkadaşı Ebu Bekir'e ra verdi. Ebu Bekir içti, içti; sonra kabı Allah cc  Resûlü  sav aldı, o da içti ve koyunu bıraktı." 
Bu hâdise üzerine Müslüman olan İbn Mesud, ra Resûl-i Ekrem'in sav yanından hiç ayrılmadı. İslâm ile şereflenenlerin altıncısı oldu. O Müslüman olduğunda Peygamberimiz sav, tebliğini henüz açıktan yapmaya başlamamış ve İbn Erkam'ın evine de henüz taşınmamıştı...

Selam olsun ölümü güzel, takva sahiplerine

Selam olsun takva sahiplerine-Allah'ın sınırları koruyanlara: 

Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, cennetler içinde ve pınarlar başındadır. 
Onlara, “Girin oraya esenlikle, güven içinde” denilir.
اِنَّ الْمُتَّقٖينَ فٖى جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ     اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِنٖينَ   Hicr-45-46

Selam olsun ölümü güzel olanlara:

Melekler, onların canlarını iyi kimseler olarak alırken, “Selâm size! Yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin cennete” derler. 
اَلَّذٖينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰئِكَةُ طَيِّبٖينَ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ   Nahl-32

9 Nisan 2013 Salı

MUZ HAKKINDA İLERİ GERİ KONUŞULANLAR

Muzu yediğinizde, bedenin serotonin salgılamasına yardım eden triptofan sayesinde sakinleştirici ve keyfinizi yerine getiren bir etkisi oluyor. Böbrekleriniz ve kemikleriniz için de çok yararlı.

B6 vitamini dolu.
Muz kabuğunun bilmediğiniz 5 faydası

1- Muz kabuğunın içini sivrisinek ısırıklarına sürdüğünüzde, kaşıntısını ve şişkinliğini alır
2- Ayaklardaki nasırların yumuşaması için, muz kabuğunun içini sıyırın, bir kaşık kadar olduğunda nasırın üzerine koyun, üstünü sarın. Birkaç saat sonra açıp temiz su ile yıkayın. Ya da direk muz kabuğunu sarabilirsiniz nasırınıza.
3- Muzun kabuğunu akneleri geçirmek üzere, üstüne sürebilirsiniz.
4- Diz ağrılarının geçmesine yardımcı olmak için muz kabuğuyla dizleri ovun
5- İçindeki potasiyum ve yağlarla çok iyi bir ayakkabıcilasıdır. Muz kabuğunun içiyle ayakkabınızı ovun sonra bez ile temizleyin.

En sağlıklı dondurmayı da muzdan yapabilirsiniz. Birkaç tane muzu soyup, parçalara ayırıp, 30 dakikalığına buzluğa atın, donmaya yakın alın, blenderdan geçirin, isterseniz süt de ekleyebilirsiniz. Sonra sevdiğiniz tat ile tatlandırın, kakao, keçi boynuzu tozu, vanilya, frambuaz, herşeyi deneyebilirsiniz.
ayrıca İçerdiği yüksek potasyumla felç riskini azaltır.

Yatmadan önce yenen bir muz serotonin oranını yükseltir ve iyi bir uykunun garantisini sağlar.

Kemiklerin gelişmesini sağlar ve kemikleri korur.

Mideyi güçlendirir. Ülser ve gastrit rahatsızlıklarına iyi gelir.

8 Nisan 2013 Pazartesi

YAŞADIĞINI ANLATTI BİZDE YAZDIK

“Bir günün sabahı idi. Uçaklardan kâğıtlar atıldı ilk önce. Buraları boşaltın deniyordu kısaca. Kimse bir anlam veremiyordu. Kararsızlık ve çaresizlik içerisinde idi bütün ahali. Nereye gidecektik ki? Akşama doğru gökyüzünde uçaklar belirdi ve bombardıman başladı. Bunlar ilk saldırı idi ve kimyasallar kullanılmamıştı. Bir anda ortalık karıştı. Kulakları sağır eden bomba sesleri, çığlıklar, feryatlar, parçalanmış insan cesetleri…Manzara karşısında sersemlemiş, tam bir şok hali yaşayan yetişkinler… Çocukların ve bebeklerin birbirine karışan ağlamaları…

Bir kamyona attık kendimizi. Kamyon cesetlerin üzerinden ilerliyordu. Lastiklerin insan cesetlerini ezdiğini hissediyorduk. Korkunç bir manzaraydı. Her taraf ceset dolmuştu. Bir ara bombardıman durdu. Kurtulanlar bir araya geldi, meğer zalimin istediği tam da buymuş. Herkesi toplu olarak bir araya toplamak ve sonra kimyasal atmak… Aynen öyle de oldu. Önce gökyüzü karardı, sonrası malum.

Kimyasallar ailemin ve akrabalarımın birçoğunu kopardı benden. Hâlâ nasıl ölmediğime hayret ediyorum!”

Batılılaşma serüveniyle topluma musallat olmuş ahlaksızca akımlara karşı " Son yıllarda yüzbinlerin peygamber sevdasını haykırmak amacıyla meydanlarda tekbir ve salavatlarla yeri göğü inleterek bir hal almaya başlamışken, kendini bilmez birkaç 'kaçığın' bu ahlaksızlığı medeniyet adı altında göstermesi oldukça manidardır" 

Toplumsal yozlaşma ve ahlaksızlığın yaygınlaşmasına çaba gösterenler geçmişte var oldukları gibi günümüzde de var olacaklardır. "Yozlaşma ve ahlaksızlığın yaygınlaşmasına çaba gösterenler insanlığın en alçak tabakasındandırlar. Bu tür alçak niyet sahipleri çabalarının ne derece beyhude olduğunu er veya geç acı bir şekilde göreceklerinden en ufak bir şüphemiz yoktur"

5 Nisan 2013 Cuma

GÜCÜN KRALLIĞIN DEĞİL İNSANLIĞIN VARMI?

Hikayeden ders yada, iyi bir dersti hikaye olsun.

İçi sulu, bataklığı tehlikeli ve derin kuyu, haylide geniş,
Avcı Süleyman çavuş arazide koştururken, düşer bu kuyunun içine.
Ne görsün, biri ayı diğeri arslan iki yabani hayvan ey! vah!
Ee.. güçlünün hakim olduğu zayıfın çareler üretmeye başladığı ortam, üç kuyu arkadaşı  hayli heyacanlandırmış. 
Arslan; Ayı kardeş acıktık ne dersin bu insanla ikimizi, doyurmaz ama, idare edelim'mi.
Ayı olmaz der; Çünkü sen güçlüsün, şimdi insanı yedik bizi bir hafta idare ettirdi. Sonra yine acıkınca beni de yersin, lakin bir hafta sonra yine acıkınca ne yapacaksın?
Arslan doğru dersin ne yapmalıyız? diye ayı ile istişareye devam eder.
Bak bu bataklığın ve çaresizliğin çaresi şu ki; ikimizde ittifakla işi insana bırakalım.
İnsan bakar ki; Bu vahşi dört ayak üzerine yürüyen ve leşle beslenen  arslan ve daha az vahşi bazen insan gibi dik durabilen ayı bu çaresizliğin farkında vede kainatın en şerefli ve akıllı mahluk'u benden medet umuyorlar, teslimiyet gösteriyorlar.
-İNSAN, BEŞ DUYUSUNU, YARDIMCI İMKANLARI ve AKLI ile  KULLANARAK BU ÇARESİZLİKTEN  kurtuluyor. 
Sonrada ayı ve arslanı kurtarıyor.
İÇİMİZDEKİ TECRÜBE, İLİM, MARİFET EHLİ İSLAM AHLAKLI KARDEŞLERİMİZE KARŞI ARSLAN-AYI KESİLMEDEN İTAAT EDERSEK BU FANİ DÜNYA'NIN BATAKLIĞINDAN HEP BERABER KURTULURUZ.
RESULULLAH'A sav  VE ONUN SÜNNETİ-AHLAKI ÜZERE BULUNAN ALİMLERİMİZE, İDARECİLERİMİZE TESLİM OLMALIYIZ.
                                                                                                                 VAHDEDDİN HOCA

3 Nisan 2013 Çarşamba

YÜKLÜ AKILLILARA DELİDEN HİKAYE

YÜKLÜ AKIL DELİLERİNE DELİDEN HİKAYE

Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak.
Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır..
Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..
Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar..
Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.

Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan..

Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar..
Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile..
İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar..

İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır delinin yanına ve der ki:

“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın?
Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”

Bunu duyan deli melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar

“Âdetiniz böyle değil mi?”

“Ne âdeti?!” der Hoca..

Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..

Der ki deli bu kez:

“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!

Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der..

“Evet” der deli, “Hepinizin sırtı yüklü!”..

Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır..

Deli bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:

“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..

Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”

Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;

“ Boş yok, boş yok hiç!..diye tekrarlar.

O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!


Aynen doğrudur dedikleri çünkü;

Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda,

kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği.. 

Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.

“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca..

O da der ki:
“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!

Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda...

“Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.”
Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet..

Hakkımda

Fotoğrafım
https://www.facebook.com/VAHDED.HOCA SİTEMİZİ ZİYARET EDİP ÜYE OLURSANIZ ÇALIŞMALARIMIZA DESTEK VERMİŞ OLURSUNUZ ALLAH cc CÜMLE MÜMİNLERDEN RAZI OLSUN.

selmun aleyküm