REKLAM

AYET-İ KERİME

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Milli Görüşçü dahi simaen bile tanımaz bunun sebebi nedir?

sKemalettin Erbakan’dan gündeme oturacak açıklamalar
Kitap hazırlığı içinde olan eski Başbakan Necmettin Erbakan’ın kardeşi Kemalettin Erbakan, ağabeyinin çevresindekilere ateş püskürdü

Milli Görüş Lideri Prof.Dr.Necmettin Erbakan, hasta yatağındayken durumunun ciddiyetini bilmelerine rağmen sağlığını tehlikeye atacak yoğun ve ağır görüşmeler yaptırıp etrafını işgal edenler kimlerdi?

*Efendim, bugüne kadar en merkezde olmanıza rağmen isminiz hiç ön plana çıkmadı. Sizi birçok Milli Görüşçü dahi simaen bile tanımaz bunun sebebi nedir?

Çocukluğumuzda 1943 senesinde Fatih Camii’ne devama başladık. Fatih Camii’nde çok muhterem bir zat var idi, Gümülcineli Mustafa Efendi, çok güzel menkıbeler anlatırdı. O menkıbelerden bir tanesi sorunuza güzel bir cevap olacaktır sanırım.

“Bir gün Harun Reşid kardeşine, sende insanların içerisine gir ve bir takım vazifeler al, diye telkinde bulunuyor. Kardeşi sürekli oyalayıp duruyormuş. Ancak Harun Reşid sürekli sıkıştırınca, kardeşi peki o zaman ben bir danışayım sana öyle cevap vereyim demiş, çıkmış dışarı. Harun Reşid kardeşini takip ettirmiş, gidin bakın bakalım kime danışacak diye. Kısa bir süre sonra kardeşi Harun Reşid’in yanına gelmiş ve ben danıştım, kabul etmiyorum, demiş. Bunun üzerine Harun Reşid, takip ettirdiği için, sen sadece tuvalete gittin geldin başka yere gitmedin ki, kime danıştın deyince; kardeşi,  tuvalette sordum ve şu cevabı aldım; insanların içine girmeden çok kıymetli, çok nadide şeylerdik insanların içine girip çıktıktan sonra bu hale geldik dedi, demiş ve kabul etmemiş.”

Bundan dolayı insanların içine karışınca insanların değiştiğini görünce sükut-u hayale uğruyorsunuz, en güvendiğiniz insanlar bile bazen değişik şekilde çıkıyor. Onun için susmak, insanlara karışmamak en büyük şey, yapabilsek keşke, yapabilseydik şimdi burada olmayacaktık, siz bozmuş oldunuz bunu.

*Çocukluğunuzla ilgili olarak bizimle paylaşabileceğiniz hatıralar var mıdır? Özellikle Erbakan Hoca’nın kardeşi olarak nasıl bir çocukluk yaşadınız, neler yapardınız, ne tür oyunlar oynardınız?

Necmettin ağabeyimle oyun oynayacaksanız şunu iyi bilmelisiniz; oyunun kaidelerini kendisi koyar ve yine kendisi değiştirir. Mesela, biz ticarete çocukluğumuzda evimizin bahçesinde başladık. Trabzon’daki evimizin bahçesinde hurma ağacı vardı. O ağaçtan düşen meyveleri ve nar çiçeklerini toplar, birbirimize satardık. Para olarak ilk zamanlar tuğla ve taş parçalarını kullanırdık. Daha sonra mektebe başlayıp rakamları tanıyınca bu defa kağıt para basmaya başladık.

Kağıt paraya geçtiğimiz ilk zamanlarda Necmettin ağabeyim bir kağıdın üzerine çerçeve çizer onların içerisine 5 kuruş, 10 kuruş yazar bunları bizlere dağıtır ve onlarla oynardık. Oyunu kaybettiği zaman bu defa kendisi tekrar para basar ama bu sefer 5 kuruş, 10 kuruş değil 50 kuruş, 100 kuruş. Bunlardan bize birer tane verir kendisine daha çok alırdı. Onu da kaybedince beş altı haneli rakamlarla para basmaya başladı. Böylece biz çocukken enflasyonla tanışmış olduk. Kaybedince para basıyor ağabeyim.

Bu böyle devam edince tabi ben oynamıyorum, bırakıyorum. Çünkü oynamanın bir anlamı kalmıyor, kazanmanın keyfini yaşayamıyorsunuz. Bir süre sonra beni tekrar oyuna dahil edebilmek için en küçük biraderim Akgün’ü  kışkırtır,  ona benim oyuncakları alıp saklatır yada kırdırırdı ki ben kendi başıma oynamayım, onlarla oynamaya mecbur kalayım.

*Peki Erbakan Hoca ile veya diğer kardeşlerinizle hiç kavga eder miydiniz?

Yooooo,  hayıııırrr! Bakın, size bir şey söyleyeyim; annemle babam tanıdığım en zeki insanlardı.  Hiçbir zaman kendi istediklerini söyleyip yaptırmazlardı. Siz kendiniz istiyormuşsunuz da yapıyormuşçasına gibi yaparlardı. Onun için de mesela kardeşler arasında biraz sertleşme olduğu zaman hemen ortaya bir mesele atarlar siz daha ileriye gitmeye fırsat bulamazsınız. Öyle kavgaydı, küfürdü asla olmazdı, yani uzaktan kumandayla da bunlara hiç fırsat verilmezdi. Güreş şeklinde oyunlarımız falan olurdu ama asla kötü söz falan olmazdı.

* Anlaşmazlıklar tatlılıkla çözülürdü yani…

Annem de babam da çok zeki insanlardı. Olayların gelişiminden nasıl sonuçlanacağını tahmin ettikleri için doğru zamanda müdahalelerini yapar, işi tatlıya bağlarlardı.

*Herhangi bir konuda baskı görür müydünüz? Mesela; namaz kılmaya zorlama vs… gibi.

Bakın, biraz önce bir şey söyledim size; anne, babamız kendi yaptıracaklarını söyleyerek yaptırmazlardı bize. Sizi öyle bir noktaya getirirler ki; siz sureleri ezberlemeye mecbur oluyorsunuz, neden? Hiçbir zamanda şunu ezberle dediklerini hatırlamam ama mesela sen dua edeceksin onlar oradan mırıldanarak dua etmeye başlarlar, sen de onlardan bir şey kaparsın. Sonra okuyup yazma öğrendiğimiz zamanda -ki o zaman namaz hocası kitapları da yasak, piyasada yok- eskiden kalma bir şeyleri bir yerlerden bulup buluşturup ortada bırakırlardı. Oku demezlerdi size, siz onu merak eder okurdunuz. Böyle psikolojik bir taktik uygularlardı.

*Babanız hoşunuza giden veya hatırladığınız en belirgin özelliği neydi?

Çok sabırlı bir insandı. Babamın sabrının bir bölümü Necmettin Ağabeyim’de de vardı. Mesela, gelir yanındakiler bir şey yapar, bir şey söyler, kim olursa olsun onları sabırla karşılar, terslemez veya azarlamazdı.

*Sizin Erbakan Hoca ile benzeştiğiniz yönleriniz var mı?

Bizim birbirimize benzeyen çok taraflarımız var. Bunlardan bir tanesi de çok kolay aldatılırız.

ERBAKAN’I ALDATAN DAVA ARKADAŞI

*Bize bir örnek verebilir misiniz bu konuda?

Şimdi, aldatılmak nasıl oluyor? 

Mesela, ağabeyimin en yakınlarından olduğu için söylüyorum. Ali Güneri’nin oğlu Teoman Rıza Güneri, Konya’dan dolayı abimin ilişkileri var. Teoman Rıza Güneri TV5’in yöneticisiydi bir zaman. Bir gün aradı; amca biz burada çalışan personele dört, beş aydır maaş veremiyoruz, şimdi önümüzdeki hafta bayram dedi, personel evine bayramda şeker götürebilsin diye para vermek istiyorum bir miktar, bayramdan sonra bir ay içerisinde vermek üzere bana onbeşbin dolar verebilir misin, dedi. Eee, ne yapacaksınız şimdi? Oradaki personel bayramda aileleriyle, çocuklarıyla beraber huzurlu bir bayram geçirsin, alsın şekerini evine götürebilsin diye, gerekirse başkasından da borç alarak da olsa vereceksiniz. Sonra ne oldu? Bu parayı aldı, aradan üç dört ay geçtikten sonra beşbin lirasını verdi, gerisi yok. Bu kişi babasıyla birlikte ağabeyimin en yakınında bulunmuş, bakanlık yapmış insan. Siz şimdi yakınlarıyla olan ilişkiyi soruyorsunuz, ne yapacaksınız şimdi burada? Bu aldatılmak meselesi ama bazen de aldatıldığınızı bile bile aldanıyorsunuz.

Mesela; isim vermeden bir başkasını ele alalım. Bunların bu işi yapamayacağını biliyorsunuz ama Necmettin Ağabeyim görev vermiş bunlara. Şimdi, Necmettin Ağabeyimle benim aramda bir tabir vardır; “ebegümeci”. Bir insan, bir işte başarılı olduğu zaman Necmettin Ağabeyim o insanın her işte başarılı olabileceğini kabul ederdi. Necmettin Ağabeyimin ister iyi vasfı deyin, ister kötü vasfı deyin, nasıl tefsir ederseniz edin bunu. Ben abimin yardımcı ol dediği bu insanlara ebegümeci diyordum. Ebegümecinin özelliği ne? Ebegümecinin bazı şifalı tarafları vardır, göğüs ve nefes alma işlerine şifadır, kaynatırlar suyunu içerler falan… Sonra, hazım bakımından şifası vardır. Şimdi, ağabeyim bu ebegümecini öyle bir hale getirmiş ki; her derde deva olmuş. Onun için ebegümeci demek, bir işte başarılı olmak her işte başarılı olacak demek değildir.

Peki bu konuları Erbakan Hoca ile hiç konuşmaz mıydınız? Bu düşüncelerinizi kendisine de ifade etmez miydiniz?

İşte siz etrafındaki bazı kişileri sordunuz, benim bu konuda bazı karşı çıktıklarım olmuştur. Ağabeyime de bunları söylediğimde, daha iyisini bulabiliyorsan getir onunla çalışalım derdi. Ben de bir şey demezdim tabi bunun üzerine.

*Erbakan Hoca’nın özellikle okul yıllarındaki bazı arkadaşları keşke hep bilim adamı olarak kalsaydı siyasete girmeseydi diyorlar, siz de hiç öyle düşündünüz mü ?

Siz hayatınızı kendiniz mi çiziyorsunuz? Öyle zannediyorsunuz! Ben siyasetçi olacağım, ben bilim adamı olacağım demekle olunmuyor. Hayatın şartları sizi muayyen bir noktaya getiriyor. Mesela, şimdi ben bir şey sorayım size, Demirel olmasaydı Necmettin Ağabeyim siyasete girer miydi?

*Rekabet mi yani?

Siz sanayide yaptığınız imalatın ithalatla baltalanmasını önlemek için devletle bir takım yakınlaşmalara girmeye mecbur oluyorsunuz. Demirel, Devlet Su İşleri’nde genel müdürken Necmettin Ağabeyim siparişler veriyordu. Sonradan, 60 ihtilalinden sonra, Demirel siyasete başlayınca, ağabeyim yine bu kotalar meselesi dolayısıyla Demirel ile temas ediyordu. Yalnız, o zaman işte rekabet başlamıştı aralarında. Eğer Demirel ağabeyimle rekabet yapacağına beraber hareket etseydi tahmin ediyorum Necmettin Ağabeyim üniversitede ve sanayide kalırdı. Ama, Demirel global sermayenin Türkiye’ye biçtiği role razı olarak Necmettin Ağabeyimle karşı karşıya gelmeye mecbur oldu. Tabi bunlar saatlerce anlatılacak konular…

*Peki bu rekabetten kim kazançlı çıktı sizce?

Kimse karlı çıkmadı. Çünki, Necmettin Ağabeyim de yapacaklarının bir bölümünü yapamadı, Demirel de bu adamlara yaranamadı.

*Sizce Demirel de çok samimi bir şekilde bu ülkeye hizmet etme idealleriyle yola çıkmadı mı?

Bizim yetişme tarzımız şu; biz kimseye taraftar değiliz, kimseye de karşı değiliz. Cenab-ı Hakk’ın çizmiş olduğu bir yol var ve biz bu yoldan gitmeye gayret ediyoruz. Kim bu yolda gidiyorsa biz bunlarla beraberiz, kim bunun karşısındaysa da biz onunla karşı karşıyayız. Necmettin Ağabeyimin Milli Görüş diye ortaya koymuş olduğu bir yol var, bu kendisinin keşfettiği bir yol mu? Hayır! Şimdi o, bu yol insanları, toplumları refaha götürecek demiş. İnsanlar bu yolda birleşirse hem dünya hem ahiret saadetine kavuşacaklar demiş, onun için burada çalışılması lazım demiş. Şimdi biri buna karşı geliyorsa, sana mecburen karşı gelecek. Eğer o kimse bu doğrudur derse, seninle beraber yürüyecek. Yani, mesele ona karşı ya da bununla beraber olduğu değil. Belirli bir yol var; kim bu yoldaysa berabersin, kim bu yolda değilse ayrısın. Yani ölçü olarak şahsı değil sistemi ele almak lazım.

*Erbakan Hoca ile Süleyman Demirel’in siyasi mücadeleleriyle ilgili pek çok rivayet anlatılır, özellikle Süleyman Demirel’in Erbakan Hoca’nın önünü kapatmasıyla ilgili. Sizin bizzat şahit olduğunuz veya ağabeyinizden duyduğunuz bir olay var mı?

1978 senesiydi. Benim Yargıtay’da Cemal Dirik isimli liseden bir arkadaşım vardı. Bir gün telefon etti bana, dedi ki; Kemalettin seninle acilen görüşmem gerekiyor, arkadaşlarına söyle bana bir tayyare bileti ayarlasınlar, öğle tayyaresiyle İstanbul’a geleyim ama ilk tayyareyle de geri göneyim Ankara’ya, konuşacağım önemli bir konu var, dedi. Dediği şekilde bileti ayarladım, havaalanına gittim, kendisini aldım. Bakırköy’deki Gelik  Lokantası’nda oturduk, yemeğimizi yedik ve ilk tayyareyle geri gönderdim.

Söylediği şey şu; “Ben Yargıtay Başkanının yanındaydım. Necmettin Cevheri geldi, ben ayrılmak için müssade isteyince Yargıtay Başkanı Necmettin Cevheri’ye dedi ki, bu arkadaşlar benim burada sık sık istişare ettiğim arkadaşlarımdır şayet bir mahsuru yoksa kalsın, sonra nasıl olsa ben bunlarla istişare edeceğim. Necmettin Cevheri’de peki demiş. Cevheri’nin söylediği şey şu; biz Hoca’dan kurtulmak istiyoruz. Bunu da adli yolla çözmek istiyoruz, bize nasıl bir yol tavsiye edersiniz, dedi. Yargıtay Başkanı’nın verdiği cevap; biz kanunlara bağlıyız, siz kanunlarda değişiklik yaparak bu yolu açarsınız biz de tatbik ederiz.”

İşte bunun üzerine gelmiş arkadaşım bana diyor ki, Hoca’ya söyle dikkatli olsun, bu adamların niyeti kötü.

Hac dönüşüydü Necmettin Ağabeyim Ankara’ya indi. Ben de Ankara’ya  gittim ve kendisine durumdan bahsettim. “Ben meclis kürsüsünde ne söylüyorsam meydanlarda da onu söylüyorum. Meclis kürsüsünde söylediklerim de suç değildir. Bundan bir şey çıkmaması lazım ama yine de ben tedbirli olmaya çalışayım” dedi. Ben de İstanbul’a döndüm.

Sonra Mehmet Zahid Kotku Hazretleri hacdan döndü. Kendisini hac tebrikine ziyarete gittiğimiz zaman bu konudan bahsettim, şöyle durdu, hiç cevap vermedi Hoca efendi.

Aradan bir iki ay geçti tahmin ediyorum, aralık ayının ilk haftalarıydı. Hürriyet gazetesinde bir manşet; “Hoca’ya Urfa konuşmasından dolayı dava açıldı, ya Hoca partiden ayrılacak ya da parti kapatılacak” diye bir haber. O gün Necmettin ağabeyim telefon etti, acele Ankara’ya gel, dedi. Hemen gittim Ankara’ya, yanına vardım. Oğuzhan Bey’de vardı yanında, Oğuzhan Bey parti genel sekreteri olarak başsavcılıktan çağırılmış, ifadesi alınacakmış. Ağabeyim, işte senin bu söylediğin oldu dedi. Şimdi sen bu arkadaşınla bir görüş de, nasıl bir prosedür takip edelim bize bir bilgi versin, dedi.

Ben de arkadaşıma telefon ettim, omuzu çıktığı için evinde istirahat ediyormuş, ailece görüştüğüm bir arkadaşım olduğu için evine gittim. O zamanlar partilere anayasa mahkemesi bakmıyor partiler arası denetim diye Yargıtay daire başkanlarından bir heyet bakıyor. Arkadaşım orada Demir Dai diye biri var 1. Daire Başkanı, temyizdekiler onun ağzına bakar, dedi. Demir Dai, Ecevit’in bir dediğini iki etmez,  bu meseleyi Ecevit ile konuşmanız lazım, dedi. Ben de geldim hem Ağabeyime  hem de Oğuzhan Bey’e naklettim, döndüm İstanbul’a geldim.

Aradan seneler geçti, arkadaşım emekli oldu. Nişantaşı’nda bir yazıhane açtı, bizim bir takım davalarımıza da bakıyordu. Bir gün, bir konu için yine yazıhanesine gittim. O ara birisi geldi, biz meselemizi konuştuğumuz için, o gelince ben müsaade istedim. Müsaade etmedi, beni o gelen kişiyle tanıştırdı. Demir Dai Bey, dedi, ama bıyık altından da gülüyor Cemal Bey. Beni de sadece liseden arkadaşım Kemalletin diye tanıttı. Demir Dai şöyle bir baktı, sizin simanız yabancı gelmiyor ben sizi birine benzetiyorum, falan dedi. İnsan insana benzer dedim, müsaade aldım çıktım.

O zaman Demir Dai Bey, Cemal’e, beni Ecevit çağırdı, Ecevit’le görüşmeye gittiğimde beklerken odasından Oğuzhan Bey çıktı, ondan sonra Ecevit beni kabul etti ve bana Erbakan Hoca’nın Urfa konuşmasını söyledi,  şeklinde anlatmış.

İşte, o davanın karar mahkemesi 2 ya da 3 marttı. Annem vefat ettiği için Necmettin Ağabeyim duruşmaya gidemiyoruz, dedi. Duruşmayı bir ay sonrasına bıraktılar, bu bir ay içerisinde de Ecevit kanunu değiştirdiği için Necmettin Ağabeyim bundan kurtuldu.

*Mehmet Zahid Efendi’nin, Erbakan Hoca’ya siyaseti bırak dediği ve başına bu tür musibetlerin o yüzden geldiği söyleniyor, siz bu konuda ne diyorsunuz, doğru mu bu?

Şimdi bu konunun dünyada bir numaralı şahidi benim. O konu öyle değil, sesimi yükseltiyorum kusura bakmayın. Kitabımda da ben bunu yazdım, ben size bunun macerasını anlatayım.

Az önce anlattığım olaylar olduğu sıralardı. Yanlış hatırlamıyorsam Ankara’dan döndükten üç veya dört gün sonra Rıfat Tandoğan geldi yanıma. Dedi ki; “Ankara’daki arkadaşlar toplanmışlar benden cevap bekliyorlar, bir hususu Hocaefendi (Mehmet Zahit Kotku) ile konuşmak istiyoruz. Senin de bulunmanı istiyor arkadaşlar.” Ben de sordum, kim bu arkadaşlar? İşte, Turgut Özal, Korkut Özal falan, dört beş kişiyi saydı, ben de, bu arkadaşlarla bir yere gitmem, siz ne görüşecekseniz görüşün, dedim. Onun üzerine dedi ki; bu arkadaşlar Ankara’da Osman Çataklı’nın evinde toplanmışlar,  bunun üzerine hemşire (Kemalettin Bey’in ve Erbakan Hoca’nın kız kardeşi) senin de bulunmanı istemiş. Hemşirem istediyse giderim, dedim.  Vardık Hocaefendi’nin kapısına, tam kapıyı çalacakken Rıfat Tandoğan’ın elini tuttum ve dedim ki; içeride konuşulanlardan arkadaşlara sadece hüküm fıkrasını söyleyeceksin, başka hiçbir şeyi arkadaşlarına nakletmeyeceğine karının üç nikahı üzerine yemin edeceksin, yoksa ben girmem içeri, dedim. Olur mu öyle şey, dedi, arkadaşlara izahat vermem lazım.  Hayır, dedim. Bak, ben hemşiremin hatırı için buraya kadar geldim, geri dönerim, dedim. Mecburen peki dedi, girdik içeri. Hocaefendi bir kanepede oturuyor, bizde önüne oturduk. Ankara’daki arkadaşların söylediklerini şöyle olmuş böyle olmuş diyerek bir takım olaylarla birlikte anlattı. Hocaefendi kanepenin kenarındaki bir şeyle parmağıyla oynuyor, bir yandan da dinliyor. Rıfat Tandoğan bir 10 dakika kadar konuştuktan sonra, Hocaefendi döndü bana, sizin bana o gün bahsettiğiniz meseleyle ilgili (Hocaefendi’ye Hac dönüşünde anlattığım mesele) bir gelişme var mı, diye sordu. Ben de, o hakim arkadaşla olan görüşmeyi kendisine anlattım. Şöyle bir durdu, biraz sonra döndü Rıfat Tandoğan’a; sen arkadaşlarına söyle herkes kendi işiyle meşgul olsun, dedi. Hocaefendi’nin talimatı bu, yani siyasetten ayrılsın sözü palavradır. Sonra dışarı çıktık, Rıfat’a bak dedim, arkadaşlara tek bir cümle söyleyebilirsin yemin ettin, dedim. Rıfat Tandoğan işte şöyle böyle demeye başladı. Hayır, dedim.

Ben o gün Rıfat’ın sözüne sadık kaldığına inanıyorum, çünkü o günkü o halinden sonra kıpırdayacak bir durumu yoktu Rıfat’ın. Sonrasındaki hadiseleri Süleyman Arif Emre Bey’in siyasette 35 yıl kitabından okuyabilirsiniz, orada hepsini anlatıyor.

Şimdi olayın perde arkasına gelelim, bütün bunlar Demirel’in oyunudur. Demirel, Hocaefendi ile Necmettin Ağabeyimin arasını açmak için Korkut Özal, Turgut Özal ve Osman Çataklı’yı daima kullanmıştır. Hatta 28 Şubat bile bunun bir bölümüdür.

Hocaefendi’yi 30 Eylül 1980’de Hac dönüşünde biz karşıladık. O zaman 12 Eylül’den dolayı Ağabeyim hapishanedeydi. Hocaefendi’nin o gün bize sorduğu ilk soru “Necmettin nasıl?” idi. İşte, Demirel, Hocaefendi’nin Necmettin Ağabeyime olan bu sevgisini bildiği için bu üç arkadaşı daima aralarını açmak için kullanmıştır.

*Teşkilatlarda hiç resmi vazife almamanıza karşın, anlattıklarınızdan anlaşılıyor ki, sürekli bu çalışmaların içerisinde yar almışsınız. Ağabeyiniz ilk günden beri yanında mısınız? 

Şimdi, bu çalışmaların ilk ne zaman başladığını bilmek lazım. Milli Görüş’ün temel organizasyonları 1950’lerden önce başlar. Hasib Efendi zamanında ondan sonra Abdülaziz Efendi, sonra da Mehmed Zahid Efendi zamanında devam etmiştir. Kore Harbi’nin arkasından Amerika’nın, Rusya’yı çevrelemesi için yeşil kuşak hareketi diye bir projesi vardır. Bu projede de Türkiye’ye biçilmiş bir rol vardı. Türkiye’nin bu rolü rahat oynaması için Türkiye’de İslami taleplere bir takım gevşeklikler getirilmesi gerekiyordu. Bu gevşetilme hareketi 1948’de İmam hatip okullarının açılmasıyla başlıyor. Bakınız, Demokrat Parti zamanında yapılmış bir şey değil bu. Bu hareket içerisinde İslami şeylere biraz serbestlik gelince Necip Fazıl, Nurettin Topçu Beyler ile başlayan bir şey var. 1950’li yıllara gelince İmam hatip okullarının açılmasından ziyade müfredat meselesi mühim hale gelmişti. Ne okutacaksınız öğrencilere, bu davaya nasıl adam yetiştireceksiniz? Orada da Celal Hocayla başlayan İmam hatip müfredat programlarının çalışması var. Daha sonra da İlim Yayma Cemiyeti kuruluyor. Yine, Ali Fuat Başgil’in gençlerle başbaşa hareketi var…

1953’lü yıllarda Mümtaz Turhan Hoca, Ali Fuat Başgil Hoca, Nurettin Topçu Hoca ve Necmettin Ağabeyimin yapmış oldukları çalışmanın, 60 ihtilalinin Halk Partisi’ni tekrar iktidara getirme ihtilali şekline dönüşünce, sıkıntıya girme durumu söz konusu oldu. Ne yapılacağı konusunda bu isimler tekrar bir araya geldiler. O akşam Necmettin Ağabeyim beni de götürdü toplantıya, Gureba Hastanesi’ne. Dr. Süleyman Yalçın Bey vardı, Aydınlar Ocağı’nın kurucusu, orada Adnan Menderes’in idam edildiği akşam üzüntü içerisinde, Süleyman Yalçın Bey ile gençlerin şuurlandırılması konusunun ele alınması, bunun akademik olarak  üniversitedeki Mümtaz Turhan Hoca’nın çalışmalarının buna yeni bir yön vermesi yönünde Aydınlar Ocağı kuruldu. Süleyman Yalçın Bey de ‘Fikir Adamları’ kitabında anlatıyor zaten. Beni de orda Necmettin Ağabeyim onlarla irtibatı temin etmek için görevlendirdi. Böylece başlamış oldu.

*Erbakan Hoca bu çalışmaların her aşamasında bulundu yani?

Evet, o zamandan beri içinde.

*1961’de de siz dahil oluyorsunuz bu çalışmalara?

Evet, sokuyorlar beni de bu çalışmalara.

*Bu çalışmalar ne zaman Milli Görüş ismiyle anılıyor, Milli Görüş’ün isim babası kim?

Milli Görüş ismini koyan Mehmet Zahid Efendi’dir. Kendisine çalışmalar hakkında bilgi verilirken, o arkadaşlarla toplanılıyor, şunlar bunlar, arkadaş toplantıları, falan diye bahsedilince, o zaman bizim görüşteki arkadaşlar desenize şuna, dedi. Bizim dediği görüş hangi taraf olur düşüncesiyle Milli Görüş ismi ortaya kondu.

*Erbakan Hoca’ya,  sen bu işleri bırak, çekil şeklinde bir takım tehditler yapıldı mı hiç sizin bildiğiniz?

Bakın, bu imani bir mesele. Siz ömrünüz boyunca Cenabı Hakk’ın çizdiği yolda yürüyeceksiniz ve insanları bu yolda yürümeye teşvik edeceksiniz. Göreviniz,  dünyaya geliş hikmetiniz bu. Nasıl, adama sen bu işi yapma diyeceksin, denir mi bu?  Ama onu engellemek için ellerinden ne geldiyse yaptılar.

*Erbakan Hoca’dan başka bir şekilde kurtulmayı düşünmediler mi hiç acaba, suikast gibi mesela?

Siz öyle bir şey yaparsanız Erbakan’ın kendisinden kurtulursunuz ama başlattığı bu davasından kurtulamazsınız. Onun için buradaki metot, onunla beraber bu davanın açmaza girdiğini ispat ederek sıfırlama metodudur. Bu güne kadar, bunların hep tatbik ettikleri bu, arkadan biri gelir bunu devam ettirir ama bunun olmayacak etmeyecek hayal ürünü olduğunu ispat etmeye çalışma çabasıdır.

*Erbakan Hoca, bu mücadelede ihtilaller, muhtıralar gördü, az önce de dediğiniz gibi birileri kendisini engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Hiç yoruldum, bunaldım dediği oldu mu size?

Olur mu öyle bir şey! Yaşıyorsanız mücadele edeceksiniz, yaşamda bir gayeye varmak istiyorsanız bu gayenin mücadelesini bütün ömrünüzce yapacaksınız. Bunun emekliliği de olmaz, tekaütlüğü de olmaz.

*Sizi de çok yorduk, farkındayız ama son birkaç sorumuz daha olacak. Vefatından ne kadar süre önce görüştünüz kendisiyle?

Birkaç gün önce görüştük, biz ziyaretinden geldik bir iki gün içerisinde vefat etti.

*Bunu özellikle soruyoruz çünkü Erbakan Hoca vefat ettiğinde sizinle küs olduğunu söylüyorlar?

Çok derin bir konuya temas ettiniz, rahatsızlanmadan bir hafta evvel beni Ankara’ya çağırmıştı. Ben de gittim, görüşmemiz esnasında bana Emin Saraç Hoca’yı sordu, nasıl, ne yapıyor diye? Bende dedim ki; evvelki hafta Cuma günü Emin Ağabeyle beraberdik, bana dedi ki, ben sizinle bir konuyu konuşmak istiyorum, bana bir takım rivayetler  geldi ve ben fevkalade üzüldüm, dedi. Erbakan Hocayla sizin aranız bozulmuş diye, ben buna ihtimal vermiyorum, sizi tanıyorum mümkün değil amma o kadar emin ve kararlı bir şekilde söylüyorlar ki bunun karşısında acaba demeye mecbur oldum, dedi. Ben de dedim ki, Hocam babam öleli yetmiş sene olmuş, annem öleli kırk sene olmuş bizim aramızda ne ihtilaf olacak, böyle bir şey olması mümkün değil, dedim. Hay Allah razı olsun gönlüm öyle bir rahatladı ki, dedi. İşte, Necmettin Ağabeyim Emin Ağabeyi sorunca bende bunu anlattım kendisine. Ne dedin dedi, bende böyle cevap verdim deyince gel bir alnından öpeyim seni, dedi. Bu lafları kimler neden çıkarıyor bunu kitabımda teferruatlı olarak anlatıyorum.

ERBAKAN’IN HASTANEDE ETRAFINI İŞGAL EDİP İŞKENCE ETTİLER!

*Erbakan Hoca’nın vefatını ilk duyduğunuzda neler hissettiniz?

Size bir hadise anlatayım, benim kızım doktor olduğu için abimi ziyarete Cuma günleri gidiyorduk. Hem abimi ziyaret ediyorduk, hem de doktorlarla konuşuyorduk. Yoğun bakıma girmiş, tamamen bile çıkmamış. Ankara’daki arkadaşlar, Avrupa’daki Milli Görüş teşkilatlarının arasında ihtilaf varmış bunları Hocamla görüştürmeleri gerekiyormuş, getirmişler. Almanya’dakiler gelmiş, ben gittiğimde Hoca’nın elbiselerini çıkartıyorlardı, görüşme bitmiş. Ben hem Oğuzhan Bey’e hem de Yasin Hatipoğlu Bey’e dedim ki, sizin bu yaptıklarınız ne maksatla yapmış olursanız olun doktorların müsaadesini alarak mı yaptınız. Şöyle bir durdular, sonra biri geliyor yanına giriyor, öbürü geliyor yanına giriyor bunun üzerine Yasin Bey’e şuraya bir defter alın koyun gelmek isteyen gelsin ziyaretini yapsın bu deftere yazsın gitsin, ille de Hoca’yı görecek diye bir şey olur mu, dedim. Sonra doktorların söylediği şu;  bunların fevkalade zararlı olduğunu biliyoruz, bunu Hoca’da kendisi baş işaretiyle falan bizi tasdik ediyor ama sizin bu arkadaşlarınıza anlatamıyoruz bunu, dediler.

Şimdi ben bunu niye söylüyorum? Hoca’yı böyle işkence altında orada tutmaktansa vefat ederse rahat eder, rahata erer diye düşünüyorsunuz. Yani görüyorsunuz, Hoca orada nefes almakta zorluk çekiyor, siz etrafını işgal etmişsiniz, olmayacak şeyler yapıyorsunuz. Şimdi burada ölüm iyi midir, kötü müdür? Şimdi ben kendi nefsimi onun yerine koyuyorum, yani bütün bunlara maruz kalmaktansa bir an evvel ruhumu teslim edip rahata kavuşmayı tercih ederim. Onun için ölümden dolayı insan bir akrabasından yakınından ayrıldığı zaman üzülüyor ama onun iyiliği içinse bu tercih edilecek bir şey oluyor.

*Erbakan Hoca’nın siyasette yol yürüdüğü kişiler hakkında hiç tereddütleriniz oldu mu?

Tabi oldu. Bir kitap yazıyorum şimdi, bunların bir kısmını o kitapta ele alacağım. Şimdi girmeyelim o konuya…

*Erbakan Hoca’yı rüyanızda görüyor musunuz hiç?

Bazen görüyorum tabi, genelde kızdığım zamanlar.

*Neden kızıyorsunuz?

Bu tür adamları başıma sardığı için

*Gördüğünüz rüyalardan bir tanesini paylaşır mısınız bizimle?

Yok, o bana kalsın.

*Son günlerde yaygın bir kanaat var Fatih Erbakan’la ilgili, babasının yerine geçebileceği hususunda. Fatih Bey’de bu istidadı görüyor musunuz?

Fatih’in bu işlere girmesini istemiyorum, kendisine de zaten izah ettim bunu. Gerekçesi de şu; abimin arkasından kim çıkarsa çıksın zorlanır, bu psikolojik bir şeydir, zirveye çıkmış bir liderin arkasından çıkan insanın ondan daha başarılı olması mümkün değildir.

*Ailenin en büyüğü siz kaldınız. Baba tarafınız Adana, anne tarafınız Sinop’lu, hiç akrabalarınız var mı oralarda görüştüğünüz?

Kitabımda da bunun bir kısmından bahsediyorum, benim baba tarafımdan dedelerim, bir amcam ve bir halam hariç diğerleri 1905 senesindeki Ermeni ayaklanmasında bir camiye konularak yakılmışlar. Onun için oradan babam pek bahsetmek istemezdi. Çünkü,  çok üzüntülü, hüzünlü bir durum o.

*Efendim, uzun bir söyleşi oldu, sizleri yorduk. Ayrıca ilk röportajınızı bize verdiğiniz için hususen teşekkür ediyoruz. Son olarak birkaç fotoğraf karesi alabilir miyiz, malum bugüne dek hiç fotoğraf vermediniz basına…

Hadi çekin bakalım, battı balık yan giderd

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Hakkımda

Fotoğrafım
https://www.facebook.com/VAHDED.HOCA SİTEMİZİ ZİYARET EDİP ÜYE OLURSANIZ ÇALIŞMALARIMIZA DESTEK VERMİŞ OLURSUNUZ ALLAH cc CÜMLE MÜMİNLERDEN RAZI OLSUN.

selmun aleyküm